31 Temmuz 2009 Cuma

Bir tutam baharat neyse
Sen de öylesin
Bakma bir tutam olduğuna
Dünyalar kadardır verdiği haz
Bir ruh bedeni nasıl insan ediyorsa
Bir tutam da öyle eder katıldığı yeri
Gülücükler getirir mesela
Haz getirir
Hiç gitsin istenmez
İkiye gerek yoktur
Hep bir tutam kalsın istenir
Bilinir
Tüm büyü azdadır
Doyulmamalıdır
Özlenmelidir
Zaten mutluluk anlarda değil mi ki
Bir var çok yok
Bu da öyle
Tıpkı
Aşk gibi
Bir var
Sonrası netameli
Sevgi gibi
Bir var
Sonrası sonsuz
Hoşça kal gibi
Bir gidiş
Ama umutla bekleyiş

Böylesin sen de
Bir tutam baharat neyse…

e.
2009 yaz

30 Temmuz 2009 Perşembe

Doğru git usta
hiç sapmadan
sağa sola takılmadan
Bu gidiş seni akşama götürecek
Vardığında
Dur, soluklan biraz
Lâkin mayışma
Çabucak toparlan ve devam et
Şöyle, birkaç saat ilerle
sabırla
yine sapmadan
Ve nihayetinde
karşında geceyi göreceksin
İşte
Bundan sonrası sana kalıyor
Artık geceyle halvet mi olur
Yıldızlara mı dalarsın
Yazıp çizer
beste mi yapar
Sessizliğin sesini mi dinlersin
yoksa
Derdine mi yanarsın
Geceyle senin aranda
Benden bu kadar usta…


e.
2009 yaz

29 Temmuz 2009 Çarşamba

İnsanın bir gemisi olmalı.
Beklemeli limanda, usul usul.
Pruvası açıkları göstermeli, pupasında da rüzgârı eksik olmamalı.
Her haliyle hazır olmalı.
Kaptanı kendin olmalısın ama.
O geminin her bir yanını iyi bilmelisin.
Sintinedeki pisliklerden, karina kütüklerinin sayısına kadar,
Motorların tutukluk yapma ihtimalinden, fırtınanın ne zaman patlayacağına kadar.
Hele ki dalgalı bir denizde o dümeni tutabilirsen rotada, işte o zaman gemiyi hak ediyorsun demektir.
Bir tane de miçon olmalı.
Her limanda gemin dolup taşacak elbet.
Ama bilmelisin ki senin gemi kalkacaktır o limandan er geç,
Yolcular ise değişecektir her limanda.
Sen ve bir de miçon kalacaksınız, o kadar…

An gelir bıkarsın her şeyden,
Kendin de dâhilsindir buna.
Kimselerle göz göze gelmek istemezsin, tek bir cümle dahi çıkmaz dilinden.
Her şey rengini yitirmiştir, soluktur çevren.
Üzerine giydiklerin bile kapatmaz çıplaklığını,
O denli çıplak hissedersin kendini.
Ruhun üşüyordur aslında,
Türlü türlü soru ve cevaplarla giydirmek istersin ruhunu, üşümemesi için.
Yüreğinde bitip tükenmeyen hesaplaşmaların bir son bulmasını dilersin Tanrıdan.
Beyhude bir çaba olsa bile dilersin.
Bulanıklaşan geçmişine de bir selâm çakarsın inceden.
Bulanıklaşmasıdır selâmı verdiren zira.
Binbir pişmanlık ve hatalarla dolu geçmişini unutmanın en iyi yolu barışmaktır yaşanmışlıklarla.
Bir selâm, bir selâm, bir selâm daha çakarsın…
Aldığın nefese şükredersin bir yandan da.
Gördüklerin renksiz de olsa gözlerine hayranlık duyarsın,
Başıboş atan yüreğinin bile önünde diz çökersin.
Yalan gülüşlere, yavan sözlere alışkınsındır ya
Sen de karşılık verirsin aynı sahtelik ve müptezellikle.
Kendinden bir şey kaybetmeyeceğini bilirsin, hatta çok şeyleri kazandırdığını anlarsın anbean.
Havada uçuşan, sıklıktan göz gözü görmeyen yılışık aşkları;
Sevgileri,
Kucaklaşmaları,
İsyanları,
Dostlukları,
İhanetleri…
İçin için ağlamayı da bilirsin, katılırcasına gülmeyi de.

An gelir bıkarsın her şeyden
ve
İstersin ki bir başka dünya yaratmak,
İçinde kendin ve yine kendinin olduğu…
İşte böyle zamanlarda insanın bir gemisi olmalı.
Beklemeli limanda, usul usul.
Önce kaptan kıyafetlerini geçirmelisin üzerine.
Öyle ya, çıplaklığını gidermelisin önce.
Gemini dolaşırsın sonra,
Ruhunun yavaş yavaş ısıtırsın.
Ne bir soru vardır kafanda artık, ne de tonlarca cevap.
Gemindesindir en nihayetinde.
Saatini kontrol edersin,
Bir bakmışsın ki ayrılma vakti gelmiş limandan.
Geçersin dümenin başına, bakarsın; karşında arsızca, hınzırca ve bir o kadar tahrikkâr bakan denizin güzelliğine.
Her şey ama her şey rengini bulmuştur artık.
Ha, bir de miço,
Şansın varsa o da gemidedir,
Gülümsemesi yeter, gerisi boş.
Yalnızca bir gülümseme.
Vira bismillah…

bir gemi… biraz deniz… bolca hayat

e.
2009 yaz

28 Temmuz 2009 Salı

Mahcubum kendime
Söylenmiş sözlere
Verilmiş sözlere
İsmime mahcubum
Ana baba yâr
Hepsine
Tekmil-i birden mahcubum
Yok başka söylenecek söz
Yazılacak kelâm
Mahkûmum…

e.
2009 bahar

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bazı anlar vardır;
Sanki hastaymışsın gibi,
Ne bir şey ister canın, ne de görmek.
Bu hayattan alıp başını gitmek böyle bir şey olsa gerek.
Kafanda binbir çetrefille örülmüş düşünceler,
Gelecekle ilgili kurulan hayal ve umutların solması.
En acısı da hayattayken ölmek galiba,
Etrafında dokunabileceğin, isteyip de elde edebileceğin birçok şey varken, sen elini uzatmıyorsun,
Basiretin mi bağlanıyor nedir, dokunamıyorsun.
Çaresizliğin başka adı olan "keşke" ötesi bir şey gibi.
Böyle anlar koca bir taş gibi oturuyor göğsünün tam ortasına.
Her şey bu kadar mat ve hatta karayken ayrılmak istiyorsun bu dünyadan.
Bir yandan doymadığını da biliyorsun aslında,
Denizin iyot kokusuna;
Maviliğine,
Ruhunu süsleyen derbederliğine…
Hayatın saldığı kokuya;
Güneşin doğuşuna,
Sabahın mahmurluğuna,
Öğlenin telaşına,
Gecenin saflığına…
Bir de, ki hayatın anlamı;
Hayallerini süsleyen kutu gibi bir ada evine;
Bir odalı, mavi badanalı,
Küçük balkonlu, içinde birkaç saksısı olan,
Tek kişilik mutfak, set üstü ocak ve bir de tel dolaplı,
Nohut oda bakla sofa,
Herkesten uzak, kendine senden yakın...
Maksat ruh temizliği,
Kendinle baş başa kalmanın doruk noktasını yakalamak,
Yüreğini çitilemek,
Daha da ötesi zımparalamak,

Velhasıl doyamıyorsun…

Böyle olunca da, "ölmek için güzel bir gün" bir türlü uğramıyor yanına.
"ölüm" ü gidiyor, "güzel bir gün" ü kalıyor geriye.
Olur da, o güzel günün birinde hayallerin biri tutar diye,
Sonra bir diğeri,
Sonra öteki…

bugün öyle bir gün…

e.2009 yaz

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Gözlerde biriken yaşlar süzülüyor ağır ağır
Onca zaman akmamak için nasıl da mücadele verdiler
Hep umutla bekledi
Kâbusların, onulmaz acıların yanı başında olduğunu bile bile
dik durmaya çalıştı hep
Kâbusları erteledi
Ancak ne var ki
O gün geldi kâbusla beraber
Umudu perişan ederek yerleşmeye geldi
yorgun ve taşlaşmış kalbe
Temelli
Süzülen yaşları peşi sıra sürükleyerek
O gün geldi kâbusla beraber…

e.
2009 yaz

24 Temmuz 2009 Cuma

Yorgunluğun
Bezginliğin
Tutsaklığın
Hiçliğin bilmem kaçı
Bahçemde solan çiçeğin
Penceremden kaybolan güneşin
Buluttan yaptığım umudun
Kumlara yüklediğim hayallerin gri yası
Kimlere sormalı
Kimlere sığınmalı
Gerçekleri nasıl görmeli
Dostluktan geçtim
İnsanlığı nerede aramalı
Can bedenden ha gitti gidecek
Bu hayatı doyasıya
Kanıra kanıra
Nasıl yaşamalı
Bir yolu olmalı…

e.
2009 yaz

23 Temmuz 2009 Perşembe

Ne isterdim Tanrıdan?
Şunu,
Adada evimdeyim
Pencere açık
Efil efil rüzgâr sahne almış
Perde arsız mı arsız
hafif meşrep Eleni’nin uzun eteklerini savurduğu gibi
gözü dışarıda olsun
Dalga sesleri bir melodi fısıldasın yakın yerlerden
Etrafta hınzırca bir sükûnet
Cebim sağlam, idare eder tarzında olsun
Şöyle pencereden derinnn! bir nefes çekeyim
Öyle bir nefes ki
Ertesi gün ezrail gelse gam yenmeyecek cinsten
Evet
Sadece bunları isterdim Tanrıdan
Ama
O meşgul…

başka bahara… baharlar tükenmez…

e.
2009 umutsuz kış

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bir benle uyanırım sabahları
Hemen bin sen gelirsin yanı başıma
Bir beni bin senle doldurmak üzere
İçim dışım sen
Gönlüm, gözüm sen
Kalbim desen o da sen
Günle harman olan ben
Saatle dalaşan da ben
Akşam gelir aniden
Ardından ruhu geceye teslim ediş
Arınma vaktidir artık
Uykuyla selamlaşır gözler
Koca gece kısalırken saat saat
Sabah ezanı müjdeler tan’ı
Bir benle uyanmak
ve
Bin senle dolmak üzere…

e.
2009yaz

21 Temmuz 2009 Salı

Bir yerlere savrulmak,
Savrulduğun yerde kavrulmak,
ya da
Zarfın birine pul olmak,
Postalandığın yerde fark edilmemek…
Ortadan ikiye bölünmek,
Ayrılmak kendinden, tüm bedeninden,
Ruhundan, benliğinden...
Öylesine bir kopuştur ki bu;
Yap-boz’un parçacıklarından da karışık
ve
bir araya gelememecesine…
Ömrünü tamamlamış duvar takviminin sayfaları gibi dağınık,
Herhangi bir saatin dakikasıyla saniyesi kadar uzak,
Bon bon şekeri kadar sert,
Lâti lokum kadar yumuşak.
Ve
Ömür kadar uzun,
Ecel kadar hazin,
Bir yerlere savrulmak…

kopmak… iki ucun açıkta kalmak ve düğümü özlemek…

e.
2007 kış