27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bazı anlar vardır;
Sanki hastaymışsın gibi,
Ne bir şey ister canın, ne de görmek.
Bu hayattan alıp başını gitmek böyle bir şey olsa gerek.
Kafanda binbir çetrefille örülmüş düşünceler,
Gelecekle ilgili kurulan hayal ve umutların solması.
En acısı da hayattayken ölmek galiba,
Etrafında dokunabileceğin, isteyip de elde edebileceğin birçok şey varken, sen elini uzatmıyorsun,
Basiretin mi bağlanıyor nedir, dokunamıyorsun.
Çaresizliğin başka adı olan "keşke" ötesi bir şey gibi.
Böyle anlar koca bir taş gibi oturuyor göğsünün tam ortasına.
Her şey bu kadar mat ve hatta karayken ayrılmak istiyorsun bu dünyadan.
Bir yandan doymadığını da biliyorsun aslında,
Denizin iyot kokusuna;
Maviliğine,
Ruhunu süsleyen derbederliğine…
Hayatın saldığı kokuya;
Güneşin doğuşuna,
Sabahın mahmurluğuna,
Öğlenin telaşına,
Gecenin saflığına…
Bir de, ki hayatın anlamı;
Hayallerini süsleyen kutu gibi bir ada evine;
Bir odalı, mavi badanalı,
Küçük balkonlu, içinde birkaç saksısı olan,
Tek kişilik mutfak, set üstü ocak ve bir de tel dolaplı,
Nohut oda bakla sofa,
Herkesten uzak, kendine senden yakın...
Maksat ruh temizliği,
Kendinle baş başa kalmanın doruk noktasını yakalamak,
Yüreğini çitilemek,
Daha da ötesi zımparalamak,

Velhasıl doyamıyorsun…

Böyle olunca da, "ölmek için güzel bir gün" bir türlü uğramıyor yanına.
"ölüm" ü gidiyor, "güzel bir gün" ü kalıyor geriye.
Olur da, o güzel günün birinde hayallerin biri tutar diye,
Sonra bir diğeri,
Sonra öteki…

bugün öyle bir gün…

e.2009 yaz

Hiç yorum yok: