25 Haziran 2010 Cuma

Dil kalkanıdır insanın bazen
Dile gelen de gelmeyen de söylenir
Yalan söyler dil bazen
Bazen de acı gerçeği…
Hayalleri anlatır bire bin katarak
Umudu tazeler her bir cümlede
Sevdasını anlatır yâre
Öfkesini kusar bazen de…
Sevda dedik de;
Söylenmemiş sevda sözleri vardır
Çıkmaz sokak gibi…
Dil suskundur ya
Ama yürek inadına konuşmak, haykırmak ister
Şarkılar söylemek ister
Dans etmek ister gönül…
Dile gelmeyen sevda sözleri
Yorgunluktur
Güvensizliktir
Korkaklıktır aslında
Öyle yığılmıştır ki hayat üzerine
Yorulmuşsundur…
Öyle aldanmışsındır ki her sevdim diyene
Güvenin yitmiştir…
Ve artık karşına çıkanlardan kaçarsın üzülmemek üzere
Korkarsın ağlamaktan…
Öğrenmek gerekir konuşmayı
Dil, susmaması gerektiğini öğrenmelidir
Her ne kadar “seni seviyorum” beklemek hayal olsa da suskun dilden
“Bir” ismi söylemelidir dolu dolu
Dudakları gülümsetmelidir
Ses titremelidir “Bir” ismi söylerken
Ayrılıktan
Acıdan
Umutsuzluktan
ve hatta
İhanetten bahsetmeye bayılan dil
Esasen gaflet uykusundadır
Dil öte tarafına gizlediği sevda cümleciklerini
beri tarafa aldığında ne kadar çok sevecektir kendini oysa
Öyle ki, adeta şakıyacaktır Florya misali, durmamacasına
O zaman duracaktır zaman
Kederler gelmeyecektir dile
Olası ayrılıklar da…
Bağlılıklar alacaktır her cümle başını
Mutlu gelecekler olacaktır her konuşulanın ilk sözü…
Dil kalkanıdır insanın bazen
Dile gelen de gelmeyen de söylenir
Ama öğrenmelidir konuşmayı dil
Anlatmalıdır tane tane
Aşkı, sevdayı, özlemi…
Dil
Öğrenmelidir…

dil… mavi bir denizdir aslında… özgürdür…

e.
2010 yaz

21 Haziran 2010 Pazartesi

Aslında doğrusun sen
Seveceksin karşındakini
Ama her şeyinle değil
Bir yanın yanıp tutuşurken
Öte yanın buz kesmeli
Bir yanın haykırsa da sevginin varlığını
Öte yanın sevgisizliğe inanmalı
Üzüldüysen hayatın boyu
Nasıl sevebilirsin ki yeniden?..
Nasıl kalbini tekrar onarabilirsin?..
Kalbini "o" onarır safsatasına inanmak
ne kadar ahmakça…
Mesele senin kalbine ne kadar emek
verdiğinde saklıdır
İşte bu yüzden doğrusun sen…
Seveceksin karşındakini
Lâkin bir tek kendin bileceksin bunu
Hissetmeyecek "o"
Çünkü önce kendini düşünmelisin
Örselenmemeyi
Sadece çok sevilmeyi istemelisin
Fütursuzca
Aslında doğrusun sen…

doğruluk ne büyük hazine…

e.
2010 yaz

16 Haziran 2010 Çarşamba

Yorgunluk
Karabasan mı?..
Yoksa
Takatsizlik mi?..
Küskünlük
Yaradana mı?..
Kendine mi?..
Durgun bir su olmak güzel
Dalgadan arınmış
Köpüğünden kopmuş
Hatta iyodundan sıyrılmış…
Durmak
Kendini dinlemek
Ve sormak kendine;
Nesin sen?..
Şu an mı?..
Yoksa
Gelecek mi?..

Çapın nedir?..
Dar mı?..
Yoksa
Kendini aşmış mı?..

Kapladığın alan?..
Kendin kadar mı?..
Yoksa
Boyundan büyük mü?..

Bir kere
Güçlü müsün?..
Cebindeki metelik ne kadar?..
Meselâ
Adam olarak ne kadarsın?..
Kaç paralık adamsın?..

Doygunluğun ne kadar?..
Ya da hayat birikimin
Ne kadar?..
Rahat mısın?..
Karşındakini tatmin edecek kadar
veya
Kendi kendini tatmin edecek kadar
Rahat mısın?..

Sevmek meselâ
Ne kadar sevmek?..
Kalben çok…
Peki ya verebileceklerin?..
Düşündün mü?..
Sadece sevgi mi vereceksin?..
ya da
Sadakat?..

Uyan dostum uyan
Rüyadan uyan
Ne sevgidir hayat
Ne de sadakat sadece
Başarın var mı?..
Oradaki çapın ne kadar?..
ya da
Paran?..
Ondan haber ver…
Ha, bir de
Çükün sağlam mı?..

Dur ve düşün
Birinden biri eksik olsa
Birbirini tamamlayamasa
Yürür mü birliktelik?..
Sen yürüyebilir misin?..
Canımlar-cicimler
Nereye kadar?..
Bir gün, iki gün
Hangi canım sonsuz
Hangi cicim her an seninle
Uyan…
Uyan ve gittiğin yola bak şöyle bir
Bitecektir “seni seviyorum” lar
Tükenecektir verilen sözler
Dur ve düşün
Başarın nedir?..
Peki paran
Ne kadar var?..

sorular… sorular… yorgunluk… takatsizlik… ve… bitiş…

e.
2010 yaz

15 Haziran 2010 Salı

Tanrıya tapar insan
Tanrıdır kulu kul yapan
Tanrıdır güzelliği bahşeden insana
Ruhu…
Ve insan sever olur
Kalptir insanın seven yanı
Gönüldür yanan öte tarafı
Ve Tanrı gülümser sevdiğinde insan…
Ben Tanrıyı görürüm sana baktığımda
Gözlerindeki aşka
Yüreğindeki sevdaya âşık olurum
Tebessümüne
Gözyaşlarına vurulurum…
Tanrıdır ya kulu kul yapan
Tanrıdır ya güzelliği bahşeden insana
Sen şimdi tüm güzelliğinle karşımdasın
Ne isteyebilirim ki başka Tanrıdan
Bütün aşkınla sen benimken
Ne isteyebilirim…
Günah olmaz mı?..

günah da bizim sevap da…

e.
2010 yaz

4 Haziran 2010 Cuma

Beni çiçeklerin diliyle sev...
Meselâ fesleğen...
Dokun bana... dokun ve al tüm kokumu...
Tüm ruhumu çek içine...
Bir manolya mahcubiyetiyle sev beni...
Senden başkası dokunursa solayım diye...
Nilüferin zarafetiyle sev beni...
Seninle bir nehrin üzerinde özgürce dolaşalım diye...
Kuşların diliyle sev beni...
Bir saka'nın doğasıyla, rengiyle, ötüşüyle sev...
Bir ispinoz'un doyumsuz sohbetiyle
Bir florya'nın renkleriyle sev beni...
Beni denizin diliyle sev...
Her türlü çirkeften...
Her türlü riyadan uzak...
İhanetlerden, vedalardan öte sev...
Masmavi sev beni...
Gözlerinin yosunu gibi sev...
Boynunun kokusunda bulduğum iyot kokusu gibi sev...
Sev beni... çok sev...
Senin dilinde sev beni...
İsmimi söylerken...
Gözlerime bakarken...
Ellerinle yüzüme dokunurken...
Sevda sözleriyle gönlüme girerken...
Sevişirken sev...
Hep sen ol...
Senin dilinde sev beni...

isterim ki hep sev beni... her şeye inat...

e.
2010 yaz

23 Mayıs 2010 Pazar

Ağzımda geceden yadigâr rakı tadı
Gözümde silmeye üşendiğim çapak
Sabah düştüm yola…
Bedenim yorgun
Ruhum perişan…
Yıkılmaz dediğim kalbim sendelemiş
Bitmez dediğim nefes tükenmiş
Geldi dediğim bahar kaçmış
Meğer
Var dediğim sen yokmuşsun
Rakıdan değil Geceden…
Sevdayı sızıya emanet ettim bugün
Hatta sevdayı bırakmak istedim bir köşeye
Başımda duman
Kulağımda eski bir şarkı
Dudağımda ıslık Yürüyorum…
Çok yorgunum
Kırgınım
Bezginim
Bir kez daha mağlubum işte…

uykum var… geceden alacağım var…

e.
2010 bahar

20 Mayıs 2010 Perşembe

Canım…
Sana canım diyesim var
her an, her nefes…
Ne tuhaf
Adın canım olsun meselâ
Soyadın
Hatta göbek adın…
Sana sevdamın adı canım
Seninle dolu gönlümün adı
Yüzündeki tebessüm canım
Yanağından kayan gözyaşın canım olsun…
Kör gözlerim
Eksik kalan yanlarım
Sabahlar
Akşamlar
Hele ki geceler canım
Saatler
Köhne zamanlar
Sigaramın dumanı
İçtiğim sek rakılar canım
Yediğim mezeler de canım olsun…
Korkularım
Bencilliğim
Zorluğum-kolaylığım
Umudum canım
Belkiler de, keşkeler de canım olsun…
Seni sevdim ya bir kere
Senden gelen veda canım
İhanetin bile canım olsun…

bir ömürdür can… nefestir… vazgeçilmezdir…

e.
2010 bahar

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Teybim açık
Gavur şarkıları çalıyor
Yalnızlıktan geceye saplandım yine
Boğazıma kadar battım…
Oysa gün güzeldi
Güzel başlamıştı
Bahçede ispinoz ötüyordu
Kediler cilve yapıyorlardı yeni güne
Hava zaten baharın kokusuna alışmıştı epeydir…
Gerindim yatağımda, yarı miskin yarı keyifli
Aynada baktığım suratım gülümsedi bana
Bulutların da dağıldığını gördüm aynada
İşte- dedim
Başlıyor hayat yeniden
Yeniden akıyor bana hayat…

Gün yorgundu
Gün mutluydu
Akşam umutlu…
Peki ya gece?..
Korkular geldi yanı başıma tekrar
Günün yorgunluğu bindi sırtıma
Günün mutluluğu uçtu gitti
Akşamın umudu kalmadı
Derin bir keder sahne aldı…
Korkak bekleyişler
Sevdalıdan uzak saatler
Özlemin bir deve dönüşmesi aniden
ve
Bir köşeye kıvrılmak
ve
Üşümek
Çok üşümek
Meğer ne zormuş üşürken ağlamak…

Teybim açık
Gavur şarkıları çalıyor
Senli notalarla
Geceye saplandım ben…

beklemek yalnızca… beklemek sadece…

e.
2010 bahar

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir lodos gecesiydi yüreğime yerleştiğin gün
Hava deliydi
Deniz de öyle…
Kıyıdaki banklar yarı dolu-yarı boştu
Yıldızlar parlıyordu
İyot kokusunu tüm cömertliğiyle salmıştı deniz
Dalgaları da cabası
Ben o gece seni sardım sevdama
Lodos gibiydi gönlüm o gece
Deliydi…
Yağmur bırakmak istedi olduğu yere
Yağmak fütursuzca
Sen olup yağmak istedi gönlüm…
Deniz gibiydi gönlüm o gece
Köpüğüne karışmak istedi seninle
Mavisine katmak istedi seni…
Bir lodos gecesiydi yüreğime yerleştiğin gün
Ve bir meltemi getirdin beraberinde
İkimiz için
İçin için sevmemiz için
Tüm günahlara
Tüm yasaklara inat...

ben seni sevdim... her şeye inat...

e.
2010 bahar

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Yoksun bugün güzel kadın
Yağmur bulutuna mı?
ya da
Güneşin sıcağına mı saklandın?..
Aradım türlü sokaklarda seni
Her mahallede esnafa sordum
Parklarda banka oturanlara
Koshelvacıya, mısırcıya
Hatta çoluk çocuğa bile sordum seni…
Her otobüs durağında soluklandım
Oturdum buz gibi demir oturaklarına
Otobüsler durdukça gözüm inenlerdeydi
Olur ya, belki sen inersin diye…
Kıyı boyunca yürüdüm başım denize doğru
Seni düşündüm yine
Keşkeleri ve belkileri sildim aklımdan
Olur-olmaz imkânsızlıkları attım denize
Geri gelmesin, vurmasın kıyıya diyerek…
Yoksun bugün güzel kadın…
Her nereye saklandıysan
Çık artık
Vaktim yok
Her durak bir nefes daha ömürden giden
İn artık otobüsten
ya da
Gel denizlerden
Hesapsızca…

ömürler gidiyor… hesapsızca…

e.
2010 bahar
Sana canım diyebilmek…
Uzakta olsan da canım olabilmen…
Hatta delicesine özlenmen…
Oysa daha bakmadım gözlerine
Tutmadım ellerini
Hangi yemeği sevdiğini bilmem
Hangi rengi sevdiğini meselâ..
Denizi sever misin?..
Kıyıdaki kayıkları seyreder misin?..
Balık sever misin?..
Salaş bir yerde balık yer misin benimle?..
Yürümeyi sever misin?..
Hele el ele…
Kekik ile aran nasıldır meselâ?..
Benim kekik kokulum olmak ister misin?
Zeytin?..
Şöyle zeytin ağaçlarını ortasında kalsan
Mutlu olur musun?..
Benimle mutlu olmak ister misin?..
Peki ya kıyıda çakıllar üzerinde dolaşmak
Denizle dalaşmak?..
Hoşuna gider mi?..
Sevişsek seninle o çakıllar üzerinde
Bedenim sen olsa
Senin bedenin bana aksa…
Hayali bile güzel değil mi?..
Sana canım diyebilmek…
Ta uzaklardan
Özleyebilmek cesaretle
Hayatın tüm vahşiliğine inat
Benimsin diyebilmek
Ne güzel şey…

yorgun ve kırgınken hâlâ canım diyebilmek… inatla…

e.
2010 bahar

11 Mayıs 2010 Salı

Senli bir gecedeyim yine
Seninle başlayıp seninle sonlanan gecedeyim
Nasıl başlıyorum
Bilmiyorum…
Nereden geliyor ve giriyorsun gönlüme
Bilmiyorum…
Geldiğinde teninin kokusunu da getiriyorsun
Ta uzaklardan
Doluyor gecem kokunla
Doyamıyorum koklamaya seni
Oysa daha tenini bile tanımıyorum
Omuzlarından dökülen saçları düzeltmedim
Boynuna bir öpücük bile kondurmadım
Almadım teninin tadını
Ben daha gözlerinin rengini bile bilmiyorum
Nasıl baktıklarını…
Beni davet edip etmeyeceklerini bile bilmiyorum
Yıllarca mıhlanıp kalacaklar mı gözlerime?..
Bilmiyorum…
Sadece bir gün hayal ediyorum senli gecelerde
Bu kez senli bir gün ama
Seni senden kaçırmak istediğim bir gün...
İşte o gün
Bakacağım gözlerinin ta içine
Beni sana anlatacağım
Seni gözlerinde tanıyacağım
Koklayacağım uzun uzadıya
Ellerini tutacağım oturduğumuz yerde
Yanağına dokunacağım
Seveceğim incitmeden
Dudaklarına bakacağım
Öpmek isteyeceğim hasretle
Onu da gözlerin söyleyecek bana
Dudaklarının sesi olacak gözlerin o anda…
Bizim olacak o gün
Herkesten uzak
Bize yakın…
Senli bir gecedeyim yine
Bahar hayallerle
Seni düşlüyorum…

gece usta… gece yaren… gece ne vefalı sevgili… gece…

e.
2010 bahar

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Bugün de bitti sessizce...
Kimse konuşmadı
Rakının yudum sesi vardı kulaklarda yankılanan sadece
Bilmez çok kişi
Yudumdur seni anlatan oysa ki
O yudumdur yaşadığın günü sana anlatan...
Bir güzel ses duymak istersin
ya da
Güzel bir bakış
Hani, öyle baksın ki
Senin masalını yazsın istersin
Sonu mutlu biten...
Hani, öyle güzel konuşsun ki
En içli şarkılardan öte...
Hani, öyle sevsin ki
Tüm sevgilerden çok ama çok öte...

e.
2010 bahar

9 Mayıs 2010 Pazar

Bugün ada vapurundaydım
Beni ada’ma götürüyordu
Huzura…
Mutluluğa…
Vapurda yer buldum, açıkta
Sırtımda eski ceketim
Yanımda okumak için birkaç şey
Gözlüğüm gözümde
Gözümü denize saldım
Dudağıma da muzır bir gülümseme taktım

Kısa pantolonum üzerimde
Saçlarım sarıya yakın ve yana doğru taranmış
Bir küçük adam edasıyla koşturuyorum vapur içinde
Annem peşimde her zamanki gibi
Elimi yakalıyor bir ara
Ama ben bir yolunu bulup yine kaçıyorum
Kaptan köşküne kadar çıkıyorum o küçük halimle
Annemde bir telâş
Neden sonra
Kaptan yardımcısı elimden tutmuş anneme teslim ediyor beni
Ben yere bakıyorum
Annem burnundan solumakta
Ve kucağına oturtuyor ve sıkı sıkı tutuyor
Boğulacak gibiyim, kurdeşen döküyorum neredeyse
Ama ben kaşındım
Çaresiz ada’ya gelene kadar hapis kalıyorum kucakta
Su istiyorum
Yok
Çişin gelir…
Peki, ekmek?
Yok
Daha şimdi bitirdin…
Nihayet ada’ya varıyoruz
Annem kan-ter içinde
Ben hemen kıyıya koşuyorum
İpinden kurtulmuşlar gibi
Ayakkabılarımı nasıl çıkardıysam suya bırakıyorum ayaklarımı
Annem yine peşimde…
Babam mı?
O bizi izliyor ve hep gülüyor
Annem onu da fırçalıyor ama
Kucağına alıp esir edemiyor tabii
Bütün zulûm bana
Ve ada beni kucaklıyor

Limon sıkma zımbırtısı satan adamın bet sesiyle irkiliyorum
Elimde eğreti duran yazılar uçuyor denize
Dudağımdaki gülümsemeye karşımdaki kadın şahit olmuş
O da bana tebessümüyle eşlik ediyor…
Vapur iskeleye yanaşmak üzere
Kalkıyorum yerimden
Yolda beni kıvrandıran böbrek kumundan eser kalmamış sanki
Hiç ağrım yok…
İskele sürülmeden atlıyorum ve ayak basıyorum
her an hasretiyle yandığım ada’ma

Huzur üstü mutluluk yaptım bugün vapurda
Hınzır olmak istedim
Kaybettiğim mutluluğa çengel atmak istedim
Zokayı yuttu mu bilinmez
Ama kendimi eyledim bugün
Bir başıma ilerledim ada’nın engebeli yolunda
İstedim ki annem peşimden gelsin
Sırtıma havlu koysun
Hiç durmadan akan burnumu silsin hoyratça
Ve bana her daim karışsın…
Ama yok
Annem bu Pazar da yok
Mayısın ikinci pazarı
Yok…

mutluluk da bir yere kadar… yandı paralar…

e.
2010 bahar
bir annesizler günü hatırası…

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Unutmak…
Sevimsiz bir kelime
Soğuk, buz gibi…
Bir kenara atılmak
Sevilmemek
Sevmemek
Kapıların, pencerelerin kapanması
Bir bir…
Gülümsemeyi unutmak meselâ
Ağlamaya alışmak
Sevmeyi unutmak
Boşluğa bırakmak kendini…
Bir elin sıcaklığını unutmak
Elinin üşümesi…
Sarılmayı unutmak
Bedeninin kuruması…
Öpülmeyi, öpmeyi unutmak
Dudaklarının çatlaması…
Uyumayı unutmak beraber
Yalnızlığa mıhlanıp kalmak…
Sevişmeyi unutmak
Özlemek dokunulmayı, dokunmayı…
Bir kalbi unutmak
Aşkla atan…
Bir ismi unutmak
Başka isimlerde aramak o ismi…
Dünü unutmak
İçinde doyasıya yaşanmışlıkla beraber…
Şefkati unutmak
Saçlara dokunan bir eli…
Sevilmeyi unutmak
Sanki bir daha sevilmemek üzere…

unutmayı unutmak en güzeli…

e.
2010 bahar

2 Mayıs 2010 Pazar

Otobüste bir kadın…
Orta kapının yanındaki koltukta
oturuyor her zamanki gibi
Başı cama dönük
Yüzü gülmüyor ama gülmek için hazır sanki…
Otobüs bir bir geçiyor durakları
Her durakta biraz daha doluyor içi otobüsün
Ve hatta kadının…
Yanına kaba biri oturuyor
Oturmayı kalkmayı bilmeyen biri
Kadın yan gözle bakıyor bir an
Ne var ki bozmuyor duruşunu
Başı hâlâ cama dönük…
Otobüs tıklım tıklım artık
Konuşmaktan acizlerin kulak tırmalayan
kakafonik sesleri…
Osuruk kokuları…
Ayaktaki kadınlara sürtünme çabalarındaki
ciğersiz insan müsveddeleri…
Cam açma-kapama yüzünden çıkan salak kavga…
Herkesin yüzüne yapışmış mutsuzluk…
Her sabah bu otobüste yaşanan ortaoyunu’ydu bunlar
Kadının başı hâlâ cama dönük…
Trafik sıkışıyor
‘Caddenin bu bölümünde hep böyle olmuyor mu ki’
bakışı var kadının yüzünde
Duraklar geçiyor bir bir
Kadında bir hüzündür gidiyor
İhmâl edilmişliğin hüznü
Sırtındaki yükün hüznü…
Evde kocası umursamaz belki
İşe yaramazın teki
Hem belki şiddet uyguluyor
Sevişmiyor, dokunmuyor
Ruhsal bir şiddet belki
Belki de tekme tokat…
Sevilmeyi bekleyen bir kadının hüznü
Birkaç tatlı söz duymanın hasreti
Kadın olduğunu hatırlamanın beklentisi var kadında…
Duraklar nihayete varıyor
Kadın ilk kez başını çeviriyor öne doğru
Kalkıyor yerinden binbir güçlükle
Kalabalığı ustaca yarıyor
İnmek üzere düğmeye dokunuyor
Otobüs duruyor
Ve kadın iniyor
Dışarıda yağmur
Kadında şemsiye yok
Yürüyor
Belki de memnun hayatından şimdi
Otobüs hareket ediyor
Kadın da gidiyor yağmurla beraber…

sorumlu… sorunlu hayat… hayat işte…

e.
2010 bahar

1 Mayıs 2010 Cumartesi

“Özledim” demişsin mektubunda
Sadece “özledim”
Altına ismini bile yazmamışsın
Adının baş harfini bile yazmak zûl gelmiş
Alay eder gibi
Soğuk, buz gibi “özledim”
Yazarken bana o satırları gülmüşsün
Belli her harfinden, cümlenden…
Düşünüyorum da
Onca mektubuma da böyle mi güldün hep
Seni eğlendirdi mi yazılanlar…
Oysa ben hatırımı sormanı isterdim
Nasıl olduğumu merak etmeni
Sevda sözlerini de beklerdim
Ama
Bugüne kadar ne dile getirdin
Ne de kaleminde yazı oldu
Bu yüzden beklemedim zaten…
Meselâ haftada bir
Haftada bir aramanı beklerdim
Hani olur ya sesimi duymak istersin
İyi bildiğin ben’i bir kez daha dinlemek istersin
İsmimi söylemek istersin diye
Hiç ama hiç aramadın bu güne değin…
Kendine kızmakla pişmanlık arasındaki çizgide
sıkışıp kaldım
Hiçbiri çare değil, biliyorum
Çünkü sen sadece bir gölgesin hayatımda
Gecenin kör karanlığında bile yanıbaşımdaki gölgesin
Ne kadar mücadele etsem de kurtulamayacağım o
gölgeni taşıyacağım sonsuza değin çaresiz
Ta ki soluk bir hâl alıncaya kadar…
Geçen gün gelen mektubunda “özledim” demişsin
Soğuk, buz gibi “özledim”
Yanıt bile yazmadım
Gölgelere cevap verilir mi?
Anlarlar mı hiç?..

sevenedir mektup… sevilmeyi hak etmiştir çünkü…

e.
2010 bahar

30 Nisan 2010 Cuma

Kendinle kalmak istersin bazen
İstemezsin yanında meze
Sek içmek istersin o günü
Yanına bir tek denizi alırsın
Biraz kuşları
Biraz rakını…
Ne bir telefon, ne de insan sesi
Dalganın sesidir seni uyutan
Denizin iyodudur seni senden alan
Kayıkların huzurlu çırpınışları
Balıkçıların kasa kasa balıklarla limana varışları
İşte, budur seni teskin eden
Dünyanı yeniden kuran…
Gerisi kesif yalnızlık
Fütursuz heyecanlar…
Ne seni avutmak isteyen vardır ardında
Ne de gönlüne sevda sesleri fısıldayan…
Gülmek kolaydır
Ağlamak zordur esasen
Yanaktan süzülen her yaş değildir ağlamak
Her hıçkırık, değildir içlenmek
Ağlamak sessizdir
Gözden akmayan yaştır
Boğazında düğümdür
Belki de derin bir “of” çekmektir...
Böyle anlar ağlama havasıdır
Biraz deniz
Biraz kuşlar
Biraz rakı
Çokça kendin
Kendinle kalmak ve ağlamak…

ne kadar renksiz her şey…

e.
2010 bahar

29 Nisan 2010 Perşembe

Sen onlardan olma
Gidenlerden…
Sen hep canım ol
Hiç kalmamışlardan…
Sana vereyim tüm ‘ben’i
Sadece sen al benden beni
Bırakma başkalarına
Koru beni yalan dolandan
Savaşlardan
Sevgisizlikten…
Sen bana bak yalnızca
Gözlerin gözlerimde olsun hep
Konuşma
Ve hiç ayırma gözlerini gözlerimden
Dil yalancıdır
Bazen hırçın
Bazen küskün
Çokça acımasız…
Ayrılıklar
Vedalar her dem dilden çıkmıyor mu?..
Gözler kaçırılmıyor mu gözlerden?..
Bu yüzden sen sadece gözlerime bak
Konuşmadan
Belki bu kez gidenlerden değil
Kalanlardan olursun
Temelli…

yoruldum artık vedalardan… özledim huzuru…

e.
2010 bahar

28 Nisan 2010 Çarşamba

Daha yeni yeni ısınmaya başlayan
ve bahara göz kırpan bir banka oturdular
Kadın adamın omzuna yasladı başını teklifsizce
Adam sokuldu yavaşça yanına ve
kadının saçlarına bıraktı kendini memnuniyetle
Denizin kokusunu karıştırmadan kokladı saçlarını
Ne parfüm, ne de yıkandığı sabunu
Kadının doğal kokusuydu duyduğu
Şefkate açılan kapıydı
Huzurun doyasıya yaşandığı bir andı bu…
Sustular
İkisi de ileri doğru baktılar bir süre
Denize doğru…
Belki denizin iyot kokusuydu onları susturan
Ya da kıyasıya esen rüzgâr
Ama bilinen bir şey vardı
Mutluydular o an…
Biliyorlardı, kalkacaklardı birazdan
Kalkıp gideceklerdi karanlıklarına
An önemliydi
Biraz daha sokuldular birbirlerine
Şimdi güzeldi
Şimdi mutluluktu
Şimdi isimsiz bir sevdaydı yaşadıkları
Bu yüzden sustular…
Adam huzurluydu kadının başı göğsündeyken
Bu kadın öylesine başkaydı ki
O göğüste sessizce dururken
adamı daha da mutlu ediyordu
Daha da sarhoş…
Böylesi bir mutluluğu hak ettim mi diye düşündü adam
Ne fark eder
Mutluydu ya o an
Kime ne
Hatta kendine ne
Mutluydu…

ne güzeldir deniz kokusuyla beraber koklanan saçların kokusu…

e.
2010 bahar

27 Nisan 2010 Salı

Her gün evden çıkarken bakarım posta kutuma
Boşsa, umutsuz olmam
Akşamı var derim ve giderim yoluma…
Akşam da boşsa, umudum yine bitmez
Yarını var diye düşünürüm
Daha yarın
Öteki yarın…
Bir gün zarfın gelecek
İçinde benden bahseden cümlelerinle dolu…
Belki inanmayacaksın
Boş kâğıt bile gelse senden
Saklarım…
Hiç dönmeyeceğini yazsan bile
Saklarım…
Çünkü senden geldi bir kere
Sen kokar o zarf ve içindeki kâğıt…
Varsa yazdıkların
Senin kaleminden çıkmıştır
Senin elin var kâğıdın her bir yanında
Senin gözlerin var tüm satırlarda
Kâğıdın her santim beyazında…
Her gün beklerim ben
Ve gün olur da gelirse
Nasıl olurda saklamam mektubunu
Kıyabilir miyim atmaya
Her yanı sen senken…

bu gecenin de sonu sabah… olmadı, daha akşamı var…

e.
2010 bahar
Yalnız kemancı
Sen elinde keman dolaşırken kıyı boyunca
Rakı masalarında meze bile olmazken nağmelerin
bir de bakmışsın köşede bir kahve masasında
dumanlı kafaları dağıtmak üzere nihavend’den
girizgâh yapmaya başlarken bulmuşsun kendini
Ama bir dakika…
Nihavend’in farkında mı bu sarhoş kafalar
ya da
Bilmiyorlar belki de bu nağmelerin adreslerini
Olsun, ne fark eder
Sen çal yine üstad
Bilene de bilmeyene de
İnadına çal…

konuşmak gerek hayatla… kendi dilinde…

e.
2010 bahar

26 Nisan 2010 Pazartesi

Yalnızlığımda bir çift göz ararım
Beni karanlığımdan çıkartacak kadar kara
O kara gözler baksın isterim ta gözümün elifine
Soran gözler olsun ama
Fütursuzca sorular sorsun hayata dair
Bana dair
Yokluğa dair…
Bir kalp ararım yalnızlığımda
Bomboş olan kalbimi dolduracak kadar büyük
Kocaman…
Sonra, tatlı dil isterim
Sohbetsiz yaşantıma şarkı söylesin sevda dolu
Notasız…
Yalnızlığımda bir çift el isterim
Saçlarımı tel tel sevmek üzere
Usulca…
Kocaman, sımsıcak kollar isterim
Kaybolan beni bir yerlerde bulup sarmak üzere
Hasretle…
Bir ruh isterim yalnızlığımda
Batağa saplanmış ruhumu temizlemek üzere
Masumiyetle…
Bir dost ararım
Kendimden kaçarken peşime takılmak üzere
İnatla…
Bir gönül ararım
Ağır yaralı gönlüme taze gönül katmak üzere
Sonsuzca…
Yalnızlığımda
Bir sevda ararım
Umutsuz sevdama sevdalanmayı hatırlatmak üzere
Yalansız…

yalnızlığın tek atımlık barutudur hayaller…

e.
2010 bahar

24 Nisan 2010 Cumartesi

Bekliyorum sahilime vuracağın günü
Dalgalarınla beni boydan boya yıkamanı
Toza batmış ruhumu beyazınla temizlemeni…
Bekliyorum mavindeki özgürlüğü sunacağın günü
İçimde her geçen gün ağırlaşan çakılların hüznünü
Yüreğimde cirit atan boşluğu dindirmeni…

Hani vuracaksın ya sahilime
Gönlümün kıyısına
Gör kıyıya mıhlanmış kayıkları
Duy martıların çığlıklarını
Ve bir şarkı söyle
İçinde özlem olmasın ama
Kavuşmakla ilgili dökülsün notalar
Sonbahar gibi dökmesin yapraklarını sözler
Gırnata hüzne boğmasın
Keman ağlatmasın
Ve sen
Tüm masumiyetinle
Sevdanla
Bekler ol beni en yakın parkın bir bankında…

Tüm utançlar takılsa da eteğine
İhanet bile olsa köpüğünde
Gel ege denizim
Serin kadınım
Gel
İster yosunlu ister yosunsuz
Gel
Bekliyorum…

çakıllardan çetele tuttum sahil boyunca…

e.
2010 bahar

21 Nisan 2010 Çarşamba

Hayatın oyununa gelmek…
Alt etmesi seni hayatın…
İnanmazdım hayatın kaderine
Ama varmış…
Beni alaşağı etti bu hayat…
İçimdeki sevdaları susturdu
Olası aşkları sildi
Güneşi soğuttu
Yıldızları gecelerden sildi
Denizi özledim
Hırçınlığını
Özgürlüğünü
İyodunu özledim…
Umudu özledim
Göz kırpmasını, ta uzaklardan
Yüreğimi ferahlatmasını
Dünyama yeni bir dünya katmasını özledim…
Hayat beni sevmedi sanki
Tutmadı yıldızımız
Hâlbuki ben sevmiştim onu
Doğusuyla batısıyla
Ekvatoru kutbuyla
Rüzgârıyla, yağmuruyla
Çok sevmiştim…
Her şeye karşın
Hayat!
Duyuyor musun beni!
Yenilmeyeceğim sana
Belki ilk kez bu denli dikleniyorum sana
Gelmeyeceğim oyununa
Yenilmeyeceğim
Çünkü sen güzelsin
Ve ben sana aşığım…

güçlüyüm be!.. sen verdin bu gücü…

e.
2010 bahar

17 Nisan 2010 Cumartesi

Bitti diyebilmek…
O meşum kelimeyi söyleyebilmek
Biraz cesaret, biraz yürek işi…

Oturduk masaya
Sen meyve suyu istedin
Soğuk…
Günün anlam ve önemine uygun
Ben de sana uydum
İçeceğimden değil ama istedim
Hemen gözlerine baktım
Parlamıyordu
Kaçırıyordun da üstelik gözlerimden…
Sonra heyecanını dinledim
Atmıyordu kalbin eskisi gibi
Herhangi biriydim karşında artık
Soluktu her şey…
O an ellerine sarılmak istedim
Yanağını okşamak
ve
Derin derin gözlerine akmak
Sadece susmayı ve seni hissetmeyi istedim
Tanrıdan sadece benim olmanı diledim…
Birden sana olan kırgınlığım geldi hatırıma
Oysa ben masaya sitem için oturmuştum
Alenen kavga etmek için seninle
İçimdeki zehri akıtmaya gelmiştim yanına
Hakkım olmayan hesabı sormaya…
Olmadı gülüm
Yapamadım
Yine kendimle kavga ettim
Yine yenildim
Yine zehri ben yuttum
Kıyamadım sana
Gözlerine dayanamadım
Sesine doyamadım…
Biliyordum ki gidecektin birazdan
Sırf bu yüzden sustum
Yanımdayken sardım seni koynuma
Sevdanı yüreğime attım yansın diye
Gönlünün kıyısına benim gönlümü iliştirmek istedim
Hani, belki sen de istersin diye
“Gözlerime bak” dedim sana
Baktın
“Unutma” diyebildi ancak
“Unutma beni”
Oysa o değildi demek istediği gözlerimin
Kocaman bir “Gitme” diyordu aslında
Ağlıyordu için için
Bağırıyordu
Gitme…
Bitirdin meyve suyunu
Ben de söyleyeceklerimi
Meğer beklermişsin vedamı
Ne bir sevda sözü
Ne de bir elveda bakışı
Bitti diyemedim bile
Ama sen
Kalktın yerinden acımasızca
ve
Gittin…
Garson geldi
Topladı masada kalan çeri çöpü
Bir de sildi güzelce
Sonra döndü ve gitti mutfağa
Bitirmişti…

ah garson… tüm kabahat senin… anlıyor musun?..

e.
2010 bahar

16 Nisan 2010 Cuma

Yorulunca
Dinlen arkadaş
Dinlenince de düşün çokça
Düşününce tekrar yorul
kıyasıya…
Ve bu kez
Hiç dinlenme arkadaş…

e.
2010 bahar
Ve hayat
Sürüyor…
Ve hayat
Yaşanıyor…
Ve hayat
Seviliyor…
Ve hayat
Ve hayat…

e.
2010 bahar

15 Nisan 2010 Perşembe

Solgun bir şarkı takıldı dilime
Nakaratsız
Hazin bir hikâye anlatıyor
İçinde ne olduğu belirsiz
Silik anılar bir yol bulup sıyrılıyor aradan
Ritimler ağır aksak
Notalar başıboş
Hâlâ söylüyorum bu şarkıyı
İnatla
Solgun ve nakaratsız…

tatsız şarkı…

e.
2010 bahar
İki türlü yaşarsın aşkı
Birincisi, hayallerinde süslü püslü
Diğeri hayallerinin kırığında isli, puslu…
Hayallerinde, onu koyarsın yüreğinin ta orta yerine
Senindir artık o…
Hayal kırığında ise onu yüreğine
koyduğun yerden seyredersin umutsuzca
İstesen de senin değildir artık o…
Ama kim ne derse desin
İkisi de aşktır
Yaşanması gereken…

zor zanaat aşk…

e.
2010 bahar

13 Nisan 2010 Salı

Bu dünyada her şeyin bir dünyası var
Çiçeğin, böceğin dünyası
Güçlünün, güçsüzün dünyası
Sevgi ve sevgisi olmayanların dünyası
Hayalin bile dünyası var
Kendine has…
Ha, bir de aşkın dünyası var
İhanetiyle, vefasızlığıyla
Hatta acımasızlığıyla
Hayalden beter
Saçmadan öte
Mutsuz dünya işte…

mavi dünyam benim…

e.
2010 bahar
Kaptan hadi gidelim…
Durmasın limanda gemiler bu gece
Alalım içlerinden birini
Vuralım denizlere
Vuralım ve bakmayalım ardımıza
Hava soğukmuş
Ne gam
Biz yolumuza bakalım
Daima ileriye…
Bırakalım vefasızları
Sevgisizleri
Hatta iflah olmaz yalnızlığı
Belki mutlu olurum bu kez
Kimseler yokken ardımda
Hadi kaptan…

üşüyorum…

e.
2010 bahar

12 Nisan 2010 Pazartesi

Kırılıyorum her şeye bu aralar
Küsüyorum olur olmaz
Yüzüm gülmüyor bir türlü
Suratıma astığım maske bile tuhaf
O bile gülmüyor yalandan da olsa…
Biri hatırımı sorsa kabahat
Gözlerime baksa daha büyük suç
Bir lokma ekmek zûl geliyor
İçtiğim bir bardak su zehir sanki
Güneşin bahar sıcaklığı bile batıyor
Havanın kokusu kesif mutsuzluk…
Sevdiğim olsun istemiyorum bu aralar
Biliyorum daha beter kırılıp döküleceğim
Saçılacağım orta yere ve bir daha
bir araya gelemeyeceğim
Zaten sevmenin yarısı elveda
Diğer yarısı mutluluğun kısa anları değil mi?..
Çok zaman elveda ağır basmıyor mu ki?..
Zalimlik var doğasında aşkın
Bencillik
Bir de ihanet var
Düşünmesi bile fena…
Kırgınım her şeye bu aralar
Küskünüm
Uzak durun benden ne olur…

bir kırgınlık melodisi…

e.
2010 bahar

11 Nisan 2010 Pazar

Ben kıyamadım sana
Gözlerine bakmaya bile kıyamadım
Sözlerimi seçtim hep yanında
Sevdayla dolu, güzelliğinle taşan
cümleler kurdum yanındayken…
Gönlümü açtım sana
Ardına kadar
Tertemizdi içi ve seninle doldu birdenbire
Renklendi gönlüm
Hayatla taştı…
Yanında yürürken tökezledim her zaman
Çünkü yolun en rahat tarafını hep sana ayırdım
Seni bir an olsun kaçırmak istemedim gözümden
Her an sana baktım içim titrercesine
Mutluydum be!
Ama bir gün…
Seni hoyrat kollarda gördüm
Uzaktan
Hoyrat kollar bir belinde
Bir omzunda
Bir boynundaydı
Memnundun halinden
Üstelik memnun olmadığın memnun ediyordu seni
Gülüyordun
Ben de gülümsedim yanından geçip giderken
Seninle aynı değildi elbet bu gülümseyiş
Acıydı
Hani vardır ya
Ağlarken gülmek…
Her yanın zangır zangır titrerken gülmek…
Üşürken gülmek…
Öyleydi benimki
Ne zormuş kıyamadığını hoyrat kollarda görmek
Koklamaya bile kıyamamışken
Ne zormuş kabullenmek
Ne kavurucuymuş
Nasıl da kalp kırılıyormuş onarılmamacasına…
Her şeyden öte, gönül nasıl da aldanıyormuş
koca koca yalanlara
Aslında en kavurucusu bu olsa gerek…

Evet, gülümsüyorum ben de
Ama senin gibi değil…

içi boşalmış sevdalar sokağı…

e.
2010 bahar

9 Nisan 2010 Cuma

Bir gün
Yıllar sonra
Hüzün kaplarsa yüreğini
Sebepli ya da sebepsiz
Ve aklına gelirse hatıralar
İlk önce baharı düşün
Ilık esintilerle dolu baharı
Hayatın canlandığı mevsimi
Bir ağacın uyandığını yakasında yeşillerle
Umudun tazelendiği günü düşün
Ve beni
Bir de beni düşün…
“Beni biri öyle sevdi ki…” de içinden
Gülümse
Ama yaşlanmasın gözlerin
Hele ki yıkanmasın yanakların
Sakın…
Sadece gülümse
“Keşke” de deme sakın
“Öyle olması gerekiyordu”
“İmkânsızdı”
"Zaten ben sevmemiştim”
“Sadece yüreğim karışmıştı…” de
Böylelikle fazla takılmazsın
Bir gülücük de böyle atarsın maziye
Ama sen unutma yine de demeyi;
Beni biri öyle sevdi ki…

sahi… bu kaçıncı bahar?..

e.
2010 bahar
Ne yana çevirsem başımı
Sevgiler uzak
Kalpler soğuk
Gülüşler yalancı
Ruhlar yalnız
Tutulası eller yok
Tapılası gönüller imkânsız…
Olsun be!
Tüm bu hoyratlığa inat
Sevilmek istiyorum ben yine de
Bir koyunda yıllanmak
Şefkatle sarılıp sarmalanmak
Tadılmamış, kopkoyu bir aşkla
sevdayla yıkanmak istiyorum…
Sevilmek istiyorum ben
Ta derinden, için için
Bir köz gibi yanmak istiyorum
Sönmemecesine…

kolay değil yaşamak…

e.
2010 bahar

8 Nisan 2010 Perşembe

Karşılık beklemedim senden
Ne dokunmanı, ne de sevda sözleri söylemeni
“Seni seviyorum” demeni bile beklemedim
Sadece hissettir istedim
Ama bir bakışla, ama bir mektupla…
Meselâ öyle bir bak ki
Yolumu şaşırayım, kendimden geçeyim
Meselâ öyle bir nefes al ki
Benim için ömre bedel olsun o nefesin
Bazen ara
Hatırımı sor istedim
Hani canlı bir sesin var ya
Labirent sözcüklerin
ve içindeki mahcup bir iki cümlen
Onu duymak da kâfi
Ben hayal ederim seni nasıl olsa
Tenini, kokunu, ellerini…
Bazen yaz istedim
Bir mektup
Hani hızlı yazdığın için
bozuk cümlelerle dolu satırların
ve o cümlelerinde saklı
bir iki sevda kırıntısı olanından
Bu mektubunu da okumak kâfi
Ben anlarım kalbine kök salmış sevdayı
Ete, kemiğe büründürürüm sevdanı hayalimde…
İşte böyle gülüm
Senden beklemedim bir karşılık
Hissettir istedim
Kâh bir bakışla, kâh bir mektupla
Kâfi…

küçük umutlar çıkmazı…

e.
2010 bahar

7 Nisan 2010 Çarşamba

Ben kalplerimizin aynı yolda
buluştuğunu sandım…
Ben sevdiysem
sevildiğimi sandım…
Ben özlüyorsam
özlendiğimi sandım…
Heyecan duyduğum bir günde
bana ortak olunacağını sandım…
Türlü çıkmaza karşın bir yolunu bulup
aranacağımı sandım…
Gülen yüzünü sesinle birleştirip
bana koşacağını sandım…
Yanılmışım
Yenilmişim
Yalancı aşkına kanmışım ben…
Nazlım
Oysa sandım ki
Kalplerimiz aynı yolda buluş…...

yalancı bahar…

e.
2010 bahar

6 Nisan 2010 Salı

Bir sonsuzun peşindeyim
İmkânsızın izindeyim
Kâh yola çıkmış seyyah
Kâh yolunu şaşırmış serseriyim…
Bedelleri çok ağır
Belirsizliği daha da ızdıraplı
Taşlı topraklı bir yol bu
Dizleri kanatan cinsten değil
Bilekleri kıran
Adımları kilitlemeye çalışan bir yol
Sancılı yol…
Koyu gri ufuk hattıyla
Mavisinden sıyrılmış kara deniziyle
Güneş yüzü görmeyen
Yıldızsız gecelerle bezenmiş
bir yoldayım artık
Mademki çıkıldı bu yola
Tüm zorluklara kapatılacak gözler
Tüm sevgilere set çekecek gönüller
Tüm ağlamalara direnecek gözler
Titreyen eller ve ayaklar susacak
Yoluna bakacak sadece…

Ulan Hayat!
Bana ne verdiysen benden bir fazla
Ne aldıysan benden bir eksik
Üstünü getirme sakın
Bahşişim olsun…

koyu gri…

e.
2010 bahar

4 Nisan 2010 Pazar

Kimseler yaklaşmasın yanına
Kimseler dokunmasın sana
Kimseler söylemesin adını
Mümkünse kimseler sevmesin seni
Hiç…
Evet, bencilce bu hislerim
Varsın olsun…
Kimse yaklaşmasın
Dokunmasın
Kimseler söylemesin adını
Hatta sevmesinler…

e.
2010 bahar

2 Nisan 2010 Cuma

Ne fenadır ölüm
Sondur
Kim ‘yeniden doğuştur’ derse desin
Sondur…
Çiçeği vazoya koyarsın
Bir gün, iki gün
Ölür…
Ekmek alırsın fırından sımsıcak
Bir gün, iki gün
Ölür…
Hayatında tek yâren vardır
Bir gün, iki gün
Ölür…
Ananı seversin
istemezsin gitmesin yanından hiç
Bir gün, iki gün
Ölür…
Sevdalanırsın, yanarsın için için
Bir gün, iki gün
Ölür…
‘Bitmedi’ dersin yapacaklarım
Bir gün, iki gün
Ölürsün…
Ne fenadır ölüm
Kopartır can damarlarını tek tek
Tükürürsün hayatın içine…
Hayatı yaşamak bir haksa eğer
Ne kadar uhrevi olursan ol
Sevmiyorum seni ölüm…

gemi limandan ayrılmaya görsün…

e.
2010 bahar

1 Nisan 2010 Perşembe

Ne yaşadık ki seninle?
Hiçbir şey…
Ama "an"lar yaşadık
Çok şey…
Misal;
Gözlerine bakmam
Senin mahcup bakışını yakalamam
İşte an…
Aramızda bir metre mesafe varken konuşmak
Doğal ve davetkâr kokunun sarması her yanımı
İşte an…
Geniş alnına düşen perçemi görmem
Elinle perçemi nazikçe geriye atman
İşte an…
O bir metre mesafeden konuşurken
bir anda elimin eline değmesi
Saniyenin onda biri kadar sadece
İşte an…
Mandalina bahçelerindeki o uzun yürüyüşlerimizde
ara sıra da olsa koluma dokunman
İşte an…
ve
Bir keresinde sana sarılmam, kaşla göz arasında
Saçlarını öpüp koklamam
Yine saniyenin onda biri kadar
İşte en doyumsuz an…

Yolun açık senin gülüm…
Ben böyle anlarla mutluluğu yakalarken
Senin heyecanların öyle başka ki
Göreceklerin, yaşayacakların öyle berrak ki
Unutacaksın bunları gün gelecek bir bir
Yıllar sonra, gün gelecek belki hatırlayacaksın
bu masum günleri
Dudağına küçük bir tebessüm peyda olacak
“Neler yaşamışız” diyeceksin
O zaman “an”ı anlayacaksın
Benim “işte an” dediğim o naftalin kokulu günleri…

güle güle gülüm…

e.
2010 bahar

31 Mart 2010 Çarşamba

Ağrıma gidiyor
Yalancı bahara aldanmış çiçek olmak
Birilerinin ağzında hoş tat bırakmış bir
günlük kahve olmak
İliklerine kadar hissettiğin sevgiyi tüm azgınlığı ile
"sevdalım" dediğine vermiş olmak
Karşılığında bir gölge kadar silik olmak
Hiç sevilmediğini anlamak
Alçakça terk edilmek
Ağrıma gidiyor…
Kırk yılın başı yakaladığın eşsiz hisleri
sevda deyip sahiplenirken her şeyinle
Geceyle gündüzün dostluk ettiğini görüp
yeniden hayata döndüğünün farkına varmanın
an içinde kâbus olduğunu görmek
Tüm kalelerinin yıkıldığını yaşamak
Yıllar sonra kalbinin, en mutena köşesinde
açılan bir gedikten su alması
Gönlünün batması, iflah olmamacasına
ve
Ağlamak, hiç susmamacasına
Avaz avaz
Ağrıma gidiyor…

sevmek haram bazılarına… sevilmek de…

e.
2010 kış
Kaşını
Kirpiğini
Dudaklarını özledim…
Sesini
Bakışını
Ellerini özledim…
Günler geçiyor
Ömürler gidiyor
Bense kaybediyorum aralıksız
Hayatı
Mücadeleyi
Sevgileri…
Sen vardın daha düne kadar
Şimdi kaybolanlar arasındasın
Gidenlerdensin…
Kim bilir
Daha ne kadar arayacağım seni
her zerremde
Bakmaya kıyamadığım
Kaşını, kirpiğini
Öpemediğim dudaklarını
Tutamadığım ellerini
Daha ne kadar özleyeceğim
şu bayat hayat mücadelesinde
Kim bilir?..

hasret… ne büyük esaret…

e.
2010 kış

30 Mart 2010 Salı

Mavi bir denizin üstündeydin
"seni sevdiğimi" söylediğimde
Ben uzaktaydım
ama
Sesim seninleydi
İlk kez söylemiştim
Ben susmuş, yüreğim konuşmuştu
O çok az görülen coşkun anımdı
Birbiri ardına sıraladım sana olan
sevgilerin türlüsünü
Konuşmanı istemedim
Çünkü konuşunca gidecekti büyüsü
Kalmayacaktı elde sevda falan…
Sıraladım sözlerimi peşi sıra
Sonra durdum
Sessizliğini dinledim
Sessizliğin anlattı seni bana
O an hangi halde olduğunu
Kalbinden geçenleri
Gönül çarpıntılarını…
Coşkum kayboldu bir anda
Nefesin boğuk boğuk geliyordu
Bir de denizin sönük sesi…
İkisi de ne kadar cansızdı
Tedirgin
Korkmuş
Çaresiz…
Hayatın bir kırığına daha denk geldiğini
anladı gönül
Kesildi sesim
Ayrılık vakti gelmiş de ben ıskalamışım
Oysa sen çoktan yakalamışsın kuyruğunu
ayrılığın
Hele ki bir-iki şey söylemeye çalışman…
Her şeyi perçinledi sanki
Meselâ;
“Arayamayacağım seni” dedin
Gerisini hatırlamıyorum
Yoktun artık hayatımda
Bunu biliyordum…
Benim yüreğin konuştuğu ana bak!
Tam da ayrılığa denk gelmiş meğer
Balonlarımı yine kaçırdım elimden
Küstüm yine gökyüzüne
Yağmur da başladı
İyi yolculuklar sana…

gökyüzü çok kara bugün…

e.
2010 kış

29 Mart 2010 Pazartesi

En büyük günahtı gözlerine bakmam
Ne büyük suçtu saçlarını koklamam
Ya kalbimi sana vermem?..
Daha felâket…
Yol değil ki bu ilk sapaktan dönesin
Tek çare
Sırtlanmak bu vebali tek başına
ve
Ardına bakmadan kaçmak
Alabildiğince uzağa
Dönmeyi unutarak…

e.
2010 kış
Hayattaki tüm yenilgileri kabul ettim
Eyvallah...
Ömrümü mağlubiyetlere verdim
Ko'madı…
Ben
Kaybetmek istemedim seni…
Bir tek seni kazıyamadım yüreğimden
Seni kaybetmekten korktum her an
Yükseklik korkusu değildi bu
ya da
Karanlık korkusu
Bu tamamen yürek korkusuydu
İmkânsızlık içinde bir korkuydu
Olmayacağını bile bile
Bir sonu olduğunu bile bile
Başlamaktan korkmaktı…
Ömrümün tek masum yanıydın
Tek atımlık sevgimdin
Hayalimdin gecemle, gündüzümde
Bu kez “tamam, bu işte” dediğimdin
Ama olmadı
Bu korkuyla baş edemedim
Kıyamadım hayatına girmeye
Zehretmeye…
Girmeden çıktım
Varsın bir mağlubiyet daha yazılsın haneme
Ben
Kaybetmek istemedim seni…

çok zor kaybetmeye dayanabilmek…

e.
2010 kış

26 Mart 2010 Cuma

Gemi kalkmak üzereydi
Rıhtımda ağır bir veda sessizliği hâkimdi
Gülüşmeler susmuş
Hüzün yüzlere yerleşmişti
Kulaklar hiçbir sesi duymuyordu
Ayrılık tek ses olmuştu
Adamın elleri cebindeydi
Bu şehrin ayazı da fenaydı hani
Çok üşütüyordu çok
Eh bir de yürek üşümesi vardı ki…
Onu düşünmek bile istemedi adam
Yanında; kara gözleriyle, lepiska saçlarıyla
ve tüm asaletiyle duran kadın
bir şeyler anlatmanın telaşı içindeydi sanki
Adam ise onu hem dinler gibi yapıyor
hem de içindeki derin kırgınlığa söz geçirmeye çabalıyordu
Sevda böylesine ince hatlara mı sahipti?
Kırılması olası kalpleri hep böyle yerli yersiz mi sınardı?
Az önce sımsıcak sevgi sözcükleri gelirken dile
şimdi neden boğazı düğüm düğümdü?
Yoksa sözcükler de mi ayaza teslim olmuşlardı?
Onlar da mı yürekle işbirliğini yapmışlardı
Söylenmemek üzere…
Hâlâ konuşmaya çabalıyordu kara gözlü, lepiska saçlı kadın
Üstelik çabası daha da artmıştı
Adam, kadının gözlerine bakmamak için mücadele veriyordu
Biliyordu en büyük zaafı gözleriydi kadınının
Bir baktı mı geriye dönüşü olmayacaktı
Az evvel yaşadığı alabildiğine kırgınlık ne olacaktı peki?
Ya da
Gönlünün tam orta yerinde oluşan sevda kırığı?..
Bakmamak için gözlerini denize dikti, büyük bir kararlılıkla
Poyraz asiliğini göstermeye devam ediyordu
Gözleri yaşarmaya başladı adamın
Sinüzit fena şeydi doğrusu
İnsanı insana yanlış tanıtıyordu…

Aslında içinde kocaman bir çelişki yumağı vardı
Ve bu yumak adamı tamamen sarmıştı
Düşündü;
Anlatamamıştı içini, dışını
Aşkını sevdasını?..
Cümleleri nerede eksik kalmıştı?
Araya virgül mü koymayı unutmuştu acaba
Ya da çok sevdiği ‘üç nokta yan yana’ yı bu kez yanlış yerde mi kullanmıştı?
Neden anlatamamıştı bu kez
Neden?..
Devam etti düşünmeye;
Belki anlatmıştı ne anlatmak istediyse
Belki o anlamamıştı, anlamak istememişti
İstememişti fütursuz cümleler kullanılmasını karşısında
İstememişti sevda sözcüklerinin bu adamın dilinden çıkmasını
Yakıştıramamıştı belki de…
Gönül şarkılarını başka kalpten istemişti
Söyleyemedi, bahanesi oldu belki de…


Geminin kalkma vakti geldi bu iç bulantıları eşliğinde
Adam bu kez her şeyi göze alıp baktı o kara gözlere
Kısa ve çabuk bir kucaklaşma sırasında küçük bir hamleyle
hissettirmeden kokladı lepiska saçları
Çekti ta içine kadar o doyumsuz kokuyu
Anlamadı kadın gemiye yetişme telaşı içinde bu kısa vedayı
Adam için ne büyük kazançtı o koklama oysa
Zaten hiç unutamadığı o kokuyu perçinlemişti bu kez
Kadın geminin yanına geldi
Küçük ve narin elini hafif bir gayretle kaldırır gibi yaptı
Cılız bir şekilde veda etti
Döndü ve kayboldu gözden…

Adam biraz daha kaldı rıhtımda
Daha doğrusu kalakaldı
Bu kez sinüsleri değildi ona ihanet eden
Ağlıyordu düpedüz
Kalbiydi, gözleriydi bu kez onu ağlatan
O övündüğü koca adımları şimdi iyice ufalmıştı
Adeta ayağını sürüyerek oradan uzaklaşmaya çalıştı
Elli metre yürüyebildi ancak
Deniz kenarında bulunan paslı korkuluğa güçlükle hamle yapabildi
Tuttu, üşümekten buz kesmiş elleriyle o yıllanmış korkuluğu
Gemi yolunu almıştı bile
Ardından saldığı köpüklerini seyretti biraz daha
Biraz daha, biraz daha…
Sonra kafasında türlü çelişkilerle örülü sorularıyla doğruldu
Ve bu iç paralayan sorulara bir sonuç çıkardı hemen oracıkta
Belki doğru, belki yanlıştı bu düşüncesi
Ama bir sonuçtu ne de olsa;
Kendisi suçluydu
Evet, sadece kendisi
Kimselerde yoktu kabahat
Kimliksizce girdiği bir gönülden çok şey beklememeliydi
Daha kendi kalbinin adı soyadı yokken
Nasıl olurdu da bir gönüle girmeye çalışabilir ve iz bırakmak isteyebilirdi ki?
Densizlikti bu yaptığı
Hatta hadsizlik
Ve yürüdü…

bir sevda kırığı…

e.
2010 kış

24 Mart 2010 Çarşamba

Susuyorum ben
Konuşmuyorum artık
Yazmıyorum da…
Oysa ne çok şey var
iki çift kelâm edip
bir şeyler karalamak üzere
Ama
Susuyorum ben…
Üzülme ardımdan
Kalbin hapsolmasın kedere
Gözlerinden düşmesin yaş
Unutursun…
Ben
Gidecek bir yolu bile olmayan
sevgimi olduğu yerde susturdum…
Serseri mayın gibi dolaşan kalbimi
sırf sana çarpmasın diye susturdum…
Başını göğsüme yaslamanın özlemi
ile yanıp tutuşan ruhumu susturdum…
Gözlerine bakmaya doyamayan
gözlerimi susturdum…
Mutluluğa aç gönlümü
Sevilmeye
Sevmeye aç tenimi de susturdum…
Aşk değil mi ki imkânsızlık
Sevgi değil mi ki fedakârlık
Susuyorum ben
Konuşmuyorum artık…

keşke susasaydım… susuyorum derken… susmasaydım…

e.
2010 kış

22 Mart 2010 Pazartesi

Seni karşıdan seyrettim
Dün…
Farkında değildin
Etrafınla ilgiliydin
Yok
Gönül koymadım
Daha iyiydi böylesi çünkü
Böylesi daha doğaldı
Sesinin tınısı hafif bir esinti gibi
kulağımı okşuyordu ve bana sevda
sözleri fısıldıyordu
uzaklardan…
Koklanası saçlarını savuruyordun
arada bir
Elinin saçlarına karışmasına karışıyordu
gönlüm
uzaklardan…
Susuyordun, konuşmuyordun bazen
Nazenin tavrını takınıyordun
Gözlerim yine sendeydi
uzaklardan…
Sen yine farkında değildin
Seni konuşmaya başladı yüreğim o an
Korktum
Bu sesi duyacaksın diye
Duymadın…
Sessizce devam etti yüreğim;
Senin bir güvercin olduğunu söyledi
Beyaz ve evcil…
Senin bahar kokulu kadın olduğunu söyledi
Taze ve masum…
Senin uykularım olduğunu söyledi
İmkânsız ve derin…
Kaşla göz arasında
Sen yine konuşmaya başladın
Ben yine seni seyre koyuldum
uzaklardan…
Böylesi daha iyiydi
Kâbus görmekten yoruldum çünkü
Baharı yaşamadan kışa girmekten
Elimdeki balonları kaçırmaktan
ve
Beyaz güvercinlerin evcil olduklarını
unutup bir daha geri dönmemelerinden
bıktım…
Yüreğim kadar cesaretim yok
Korkuyorum
Bunu da biliyorum…

Günün birinde
Sana sevgilim demek için
“Sen benim bir bardak suyumsun” derim belki
uzaklardan…

barışmak istiyorum hayatla…

e.
2010 kış

17 Mart 2010 Çarşamba

Bugün
Sen mavi elbiseni giy
Kapkara saçlarını savur
Mis kokunla etrafı sarhoş et
Ben, çiçek pazarından yaz çiçekleri alayım sana
Ardından Mısır Çarşısı’nda keyfin yolculuğuna çıkalım seninle
Mis gibi kahve, yalnız kekik, çılgın karanfil, tabip zencefille dolduralım filemizi
Sonra, Kuledibi’nde limonlu çay içelim nefeslenmek üzere
Yürüyelim Galata Köprüsü üzerinden yaz şarkıları dilimizde
Sirkeci'ye varalım ve binelim bizi Samatya'ya götürecek trene
Tren hüzünlü ama biz coşkulu olalım
Samatya'ya vardığımızda geçmişin izlerini sürelim bir süre
Denize bakalım beraberce, mavilik alıp savursun bizi
bilinmedik ama mutlu yerlere…
Saat akşamı vurduğunda
Yakın dost Özcan'ın meyhanesine uğrayalım
günün keyfini katlamak üzere
Oturalım meyhanenin en mutena köşesine…

Bir tarafta tren, diğer yanda deniz
Sen yanımda bir yaz çiçeğinin tazeliği
Siyah saçların
Kara gözlerinin masumiyetiyle dururken
Seni seyre dalarım uyanmamacasına
İnan, istemem bitsin bugün
İstemem yanımdan gitmeni
Bırakmanı istemem beni
Hiç...

bir yaz şarkısı...

e.
2010 kış

16 Mart 2010 Salı

Birini özlersin
Hiç tanımadığın
Varlığından bihaber olduğun
Ve bu özlem seni daha da yaklaştırır
o meçhul kişiye
Çünkü hayaldir nasıl olsa
İstediğin kadar senindir
İstediğin kadar sevişirsin
İstediğin kadar hüzünlenir
İstediğin kadar coşarsın
Seni bırakmaz o meçhul…
Gölgesi yoktur
Yanıltmaz
Kalbi sana aittir
Aldatmaz
Omzu yalnızca senindir
Yıkılmaz…
Sıkı yarendir
Seninle oturur masaya
Seninle bölüşür ekmeğini
Seninle kaldırır kadehi
Yeri gelir tüm şefkatini sunar sana
Alır kollarına, sarar
Nefesi senindir
Karışır nefesine
Teni senindir
Tadına doyamadığın
Kokusu senindir
Koklamaya kıyamadığın…
Birini özlersin
Tanımadığın
Ve an gelir
Onsuz olamazsın
Hayal olduğunu unutur
gelmesini beklersin
Bir umut...

hayaldir umudun başlangıcı…

e.
2010 kış

15 Mart 2010 Pazartesi

Bir sen vardın
Gülerdin bazen
Dudaklarında yeniden şekillenirdi
gülücük…
Ağlardın bazen
Gözlerinde birikirdi yaşlar
akmamak için çırpınırdı…
Şımarırdın bazen de
Yüzünün bir tarafı hınzırca bakarken
diğer tarafı en masum tavrını takınırdı…
Bir elbisen vardı
Hep onu giyerdin
Hep dediysem, ekseriyetle
Havai mavisi, kolsuz
Dizlerinin bir parmak üstünde
Ne şirin olurdun…
O şımarık anlarında
nereden bulduğun belli olmayan
iki çift kirazı kulaklarına taktın mı
Tam olurdun
Perçinlerdin şirinliğini…
Hele ki topuksuz iskarpinlerinle
eteklerini savura savura, parmak uçlarında
dans etmeye başlaman…
Gözlerimi alamazdım senden
Öyle güzel falan da değildin
Sevimliydin ama
Yetiyordu bu sana
Biliyorum, farkında değildin sen
Bu kadar masum olduğundan haberin yoktu
Sen kendi şarkılarınla yaşıyordun çünkü
Kendi rüzgârların vardı
Kendine has özlemlerin…

Bir sen vardın derken
Bunlarda saklıydın kalbimde
Sönük güzelliğin
Havai mavisi elbisenle değil
Sana has şarkıların
Rüzgârların
ve
Özlemlerinle saklıydın…
Çok uzun seneler önceydi
O zamanlar çok denedim
Lâkin
Sana hiçbirini söyleyemedim
Şimdi iki bin ondayız
Ve yalnızca yazabildim…

bir sen vardın… hiç iki olmadın…

e.
2010 kış

11 Mart 2010 Perşembe

Bir nehrin durgunluğunda
Sükûneti
Bir koca çınarda
Bilgeliği
Bir deniz enginliğinde
Özgürlüğü
Bir turna göçünde
Heyecanı
Bir limanın yalnızlığında
Özlemi
Bir serseri gönülde
Sevilmeyi
aradım her adımda
Ama
Bulamadım
Yok…

adımlar mı yanlış ne?..

e.
2010 kış

10 Mart 2010 Çarşamba

Bir kış mevsimi
nasıl olurda bahar olur
Hava bahar kokar
Bahar bahar bakar insanlar
Deniz bahar mavisi olur birden
Ağaçlar bahar yapraklarına bürünür
Ya ben…
Nasıl olur da mutsuzluğa ara veririm
İçim ılınır
Nasıl tebessüm açar yüzümde
Umut nasıl da gülümser uzaktan
Nasıl güven çıkagelir karanlıktan
Yorgunluğum nasıl geçmeye yüz tutar
Nasıl kırgınlığım iyileşmek için can atar
Yaşam bana nasıl da buradayım der…
Sen misin o yoksa
Tüm nasılların nedeni
Sen misin beni hayata bağlayan
Sen misin gülümseyen
Sen misin
Kara gözlerinle bahar bahar bakan
Sen misin
Beni benden alan
Kış günü baharı getiren…

her kışın sonu bahar…

e.
2010 kış

8 Mart 2010 Pazartesi

Ayrılık yakında
Ecel kadar
Ama korkutmaz
Yakmaz
Ölüm yeniden doğuş ya…
Geride kalana alışmak kalır
Durulur kederler
Anılara saplanır gözden ırak olan…
Gerçekte ayrılık mendilde saklıdır
Beyaz mendilde…
Yüze takılan sahte hüzünle
Akan siyah gözyaşında saklıdır ayrılık
ya da
Dile gelen donuk sözcüklerde…
Esas o zaman geride kalana gelir
yeniden doğmamak üzere ölüm
Bu ölümün ardından alışmak gelmez
Orada kalır
Olduğu yerde…
Keder haline şükreder
Beterin beteri var diyerek…
Anılar silinir
Tek bir beyaz sayfa açar geçmişe…
Ecel utanır
Yoktur böyle ayrılık
Ölümün bile raconu vardır diyerek…
Hesap kitap bekler derler ahrette
Oysa
Gönül vedasının olmaz
Hesapsız kitapsızdır çünkü…
Koca ecel bile eğilmişken
beyaz bir mendil önünde
Çare yok
Aşka tövbe etmek gerek
Ölmemek! üzere…

bir vedanın yaptığına bak…

e.
2010 kış

5 Mart 2010 Cuma

Ayakta durmaya başlamıştım
Tüm karmaşıklığı
Tüm anlamsızlıkları ardımda bırakmıştım
Kapatmıştım gözlerimi
Gönlümü
ve
Yorgun ruhumu
Tövbe etmiştim aşka-sevdaya
Dosta-arkadaşa
Münzevilikti artık bugünüm
yarınım…
Peki sen
Hangi geçmişten çıkageldin?
Neden geldin?
Neden baktın bana?
Neden tatlı dilinle fısıldadın adımı?
Ne olur bakma bana öyle
Gözlerinin karasıyla yakma gönlümü
İmkânsızım ben
Ümitsizim
Kavgalıyım kendimle
Geçmişimle, yarınımla…
Tam ayakta durmaya çalışırken
Yıkma beni
Gülmeyi unutmuşken
Bir de sen ağlatma beni…

e.
2010 kış

4 Mart 2010 Perşembe

Bana aşkı sor
İhaneti
Ayrılığı sor
Sadakati
Yalnızlığın karasını da sor
Hepsini anlatayım…
Ama sen olma böyle
Terk eden olma
Sevdaya küsen olma
Ayırma gözlerini benden
Elini çekme elimden
Nefesini çalma nefesimden
Zira sonbahar yaklaşırken
Aşk da sevda da bir o kadar uzaklaşıyor
Sonbahara adım attım artık
Dönüş yok geriye
Ve sen
Veda olma sakın
Bırak sonbaharda kalsın bu ömrüm
Bahar taze aşklara
Yaz aşkların fidanlarına
Bana da sonbahar kalsın
Seninle
İçimdeki kadınla beraber…

e.
2010 kış

3 Mart 2010 Çarşamba

Bir şiir yazılmadı bana
Bir şarkı söylenmedi
gözlerime bakılarak
Rüyalara girmedim
günlerce anlatılan
Öpülmedim
başım dönercesine
Sıcak kollara alınmadım
içim erircesine
Güzel sözler söylenmedi
kalbimi titreten
Elim tutulmadı
hiç bırakılmamacasına
Sevilmedim gönülden
İhanetten uzak
Hiç bitmemecesine…

e.
2010 kış

1 Mart 2010 Pazartesi

Hangi yıldı, hangi aydı bilmiyorum
Tutmadım çetelesini
O sırada sana bakıyordum çünkü
Gözlerinin karasına dalmıştım
Pınarları ağlamaklı iken
Karası gülümsüyordu her şeye rağmen
o güzelim gözlerinin
Hemen seni oracıkta sevdim…
Bir çırpıda
Sesini duymayı
Kokunu hissetmeyi
Bir de adımı söylemeni istedim
Ama dokunmak istemedim sana
Yapraklarını zamansız dökmeni
Ürküp de içine kapanmanı istemedim
Her şeyden geçtim sonrasında
Bir tek
Yarı hüzün, yarı tebessüm dolu kara gözlerinle
Sadece gözlerime bakmanı istedim…
Olsun ki kollarıma alamayacaktım seni hiçbir zaman
Ben böyle mutluydum yine de
Zira
Ben seni uzaktan
Yalnızca
Gözlerimle sevmiştim…

seni gÖZLÜYORUM…

e.
2010 kış

19 Şubat 2010 Cuma

Erken yaşlandı
Günlere tutunamadı
Aylar onu terk etti
Yıllar ise hiç tanımadı
Hoyratça çekip gitti…
O, anılara tutundu ilkin
Anasının sıcak gülümsemesine
Sevgiyi öğrenmek üzere
Babasının azmine güvendi
Zorluklarla kavga etmek üzere…
Barakanın birinde yedi yemeğini
Samandan yatakta uyudu
Sabah bulutlu havada açtı gözlerini
Bir çay bahçesinde yudumladı çayı
Cebinde kekik sakladı
Kış aylarında ne de vefalı dosttu
Elini her cebine götürdüğünde
mis kokusuyla sohbet ederdi yol boyu
Sohbet koyuya çalardı çok kereler
Nadirdi kısa laflamalar
Yanından gelip geçenler duymazdı
Kim ruhun konuştuğunu duyabilirdi ki
Böyle anlarda ileriye bakmak daha güvenliydi
Bir şeylere güven duyarak bakmak…
Olur da bazı günler cebi boş kaldığında
korkardı etrafındaki insanlardan
Üzerine üzerine gelirlerdi sanki
Birilerine bir şey sormaya kalksa anlamazlardı
Başka dilden konuşuyormuş gibi bakarlardı yüzüne
Bön bön!..
Korkardı böyle anlarda
Kekiğini arardı
Kokusunu
Yarenliğini
Güvenini arardı
Bilirdi
Kendi ölse de günün birinde
Terk edilmezdi
Dağlar ölür müydü hiç
Hele ki üzerinde biten kekik?..

bir yalnızlık sonatı…

e.
2010 kış

17 Şubat 2010 Çarşamba

Yorgunluk kayboldu
ara sokakların birinde
Öte sokağa atıldı bir heves
Baktı ki çıkmaz
Heves kaçtı…
Kan ter içinde bir diğerine koştu
Koca bir duvar karşısında bu kez
Aşılası imkânsız…
Çok şey ummadı aslında
Sadece iki kelâm nefeslenmekti meramı
Varsa bir soğuk su yanında
Amma velâkin işi zor
Kayboldu bir kere…
Hâlbuki
Ümit etmek sanmayı istemekti
İleriye bakmak ise sanmanın ta kendisi
Yorgunluk bu ya
Düşünemedi zaar…

e.
2010 kış

10 Şubat 2010 Çarşamba

Belki her gün yazacağım bu şehirden sana
Deniziyle, havasıyla yalvaracağım
Seninle bir gün için
Ve o günde
Seni yaşamak için
Sadece yanında bulduğum huzuru bulmam için…

Oysa
Sana dokunacak kadar yakınımda olman ne ulaşılmaz bir rüya
Senin gözlerine yakın olmak ne imkânsız bir his…

Sense
Karalayacaksın bir iki satır
Dostlar alışverişte görsün misali
Yine kuru bir “nasılsın” olacak başlangıcında
Ortası ıssız “dereden tepeden” ile işli
Sonu donuk bir “görüşmek üzere” imzalı
Merak ettiğim;
İşlerin mi mani sevda sözlerine?
Yazdığın kalem mi?
Yoksa” bitti” de yazamıyor musun?
Bak ben yazıyorum
Sevgilim seni çok özledim
Hadi sen de yaz
“Bitti” diye…

mektup ziyareti kısa olur…

e.
2010 kış

6 Şubat 2010 Cumartesi

Yolda karşılaştılar
Sağ tarafta çiçekçi
Sol yanda ise fırın vardı
Tam ortadaydılar
Kaçamadılar birbirlerinden
Aralarında bir adım vardı sadece
Başlarını alelacele öne eğdiler
Telaş içindeydiler
Sanki gözleri birleşse her şey yeniden başlayacaktı
Kısa bir an sonra aynı anda gözleri birleşti
Yılların refleksiydi bu sanki
Küçük bir gülümse belirdi yüzlerinde
Hava soğuktu
Yüzlerinde beliren kırmızılık bahaneye takılmıştı
Kızarabilirdi biraz daha
Ama bakışlardaki hüzün…
İşte o, anılara saplanmıştı
Mahcubiyet saçılıyordu etrafa şimdi
Kadın konuşmak için bir gayret atıldı
O gayret, “nasılsın” ı getirebildi dile yalnızca
Erkek, küçük bir suskunluk sonrası
“iyiyim desem inanacak mısın?” deyiverdi
Ne galibiyet, ne de mağlubiyet edası vardı cevabında
Özlemle karışık sitem hissediliyordu
Devam etti büyük bir cesaretle;
“seni özledim desem, beni kollarına alacak mısın?”
“seni unutamadım desem, ‘ben de’ diyecek misin?”
“seni hâlâ seviyorum desem…”
Sözü bitmemişti ki;
Kadın “allahaısmarladık” dedi
Yine o umursamaz ve soğuk tavrıyla…
Fırının olduğu tarafa geçti koşar adımlarla
Yoldan geçen arabalara aldırış etmedi bile
Biliyordu, biri çarpsa dahi canı yanmayacaktı
Adam çiçekçinin duvarına yaslandı
ve
Tepkisizce kadının ardından baktı…
Hiç, ama hiçbir şey değişmiyordu bu hayatta
Duygusuz halleri
Sıkıldığında hemen kaçıvermesi
Koşması bile aynıydı
Değişen çiçekçiydi aslında
Fırındı
Birinde gün aşırı solan çiçekler
Diğerinde bir günde bayatlayan ekmekler vardı
Onun dışında aynıydı her şey
Ha!
Bir de zaman vardı
Akıp giden…

değişmek palavra… zaman ise ne üstün bir atlet…

e.
2010 kış

4 Şubat 2010 Perşembe

Özledim sohbetini demişsin
Bense seni…
Gözlerine bakmayı;
Siyahına salınıp kaybolmayı…
Ellerini sevmeyi;
Avuçlarındaki sıcaklıkta yitmeyi…
Öpmeyi;
Dudaklarında yok olup gitmeyi…
Denizim, tuzum
Gönül şarkım
Ben seni özledim
Sohbetten evvel…

e.
2010 kış

2 Şubat 2010 Salı

Sesini duymak öyle güzel ki
Öyle huzur veriyor ki yüreğime
Ama yetmiyor bu günlerimde
Dar geliyor sesin kulağıma
Sana ihtiyacım var
Dokunacak kadar yanımda
Seni seyredecek kadar yakınımda olmana…

İçimde birikenleri taşıyamıyorum artık
Geçmişim izliyor sürekli
Eğitilmiş köpek gibi
Hırıltılar duyuyorum ardımda
Huzur vermiyor…
Hani, ağlamak istersin ama ağlayamazsın bir türlü
Boğazın düğüm düğümdür
Göğsünde bir yumak olur
Öylece kalırsın çaresizlik batağında
Hareketsiz
Böyleyim…

İşte böylesi prangalı zamanlarda
her şeyi paylaşacağın birini arıyorsun
Güvenebileceğin…
Güvenebileceğin diyorum
Çünkü tüm saflığınla onun karşısında olacaksın
Ruhunu örten kıyafetinden arınmış
Gönlünü saran zırhtan yoksun…
O, o an seni anlamalı
ve
Senin içinde zalimce çöreklenen sır geçmişi
ebediyen kendi içinde saklamalı
Bunu
yani böyle bir insana ihtiyacı bir zayıflık olarak görmüyorum
Aksine, büyük bir cesaret diyorum bu ihtiyaca
Kendini taşıyamadığın anlarda
yüzünü düşürüp, arsızlık edip o kişiye sığınmak
olsa olsa kahramanlıktır derim…

Sana karşı böyleyim
Yanına gelmeyi istiyorum bu günlerimde
Yanına sokulmayı, nefeslenmeyi istiyorum
Ne duvardaki saat umurumda olsun
Ne de bir adım ötedeki ümitsizliğim
Layık olamadığım ismimi bile düşünmek istemiyorum
Dışarıdaki demir maskeli insanları
Gülmeyi unutan dudakları
Zehir dolu kalpleri anmak istemiyorum
Burada
Şu an
Sadece
Seninle olmak istiyorum…

var mı böylesi “o”… kaldı mı ki…

e.
2010 kış

31 Ocak 2010 Pazar

Gözyaşın
Pişmanlığın
ve
Natamam sevginle
gelirsen bir gün kapıma
Sanıyorsun ki seni bekleyen bir zil bulacaksın
Hatta kapının tokmağı bile
seni bekliyor olacak sanıyorsun
Kapının açılacağını
Gülen gözlerle
ve
Sevdalı gönülle karşılanacağını
Gözlerin özlemi haykıracağını
Seni bekleyen kalbin
heyecandan delireceğini de sanıyorsun
Doğrudur
Bir zamanlar öyleydi
Aslında her zaman öyleydi
Ta ki büyüyünceye değin
Yaştan bahsetmiyorum
Baştandır sözünü ettiğim…

Yokluğunda gönül tımar etti kendini
ve
Sevdaya okkalı “dur” deyiverdi
Yaşanan güzelliklere “sen anısın” dedi
Kırgınlıklardan dem vurdu
Cevapsız mektupları
Açılmayan telefonları hatırlattı
Bir omuz isteyen başın boşta kaldığı günleri...
Bu gönül
Sevgiliyi geç
Bir dost arayıp da bulunamayan anları vurdu
yüze bir bir…

Büyüdü gönül
Tımarı tamamladı
Natamam sevginle yolun düşerse kapıma
Bilesin istedim
Ne zil kaldı çalınacak
Ne kapı kaldı açılacak
Ahrete kadar…

kalmadı artık bir şey…

e.
2010 kış

30 Ocak 2010 Cumartesi

Mutluluk ne sıradanlık
Peşinden koşan insanlar da ne alelade…
Mutluluk denen o saflığı
Karmaşıklığa çekmektir tüm gayret aslında
Klişeleşmiş yaşantımıza ortak etmek
Hatta
Yalnızlığımızı bertaraf etme telaşıdır…
Koca evrende şaşıran
ve
Nereye savrulduğumuzu bilmeyen bizler
Faturayı kesecek bir kurban arar dururuz
Kendimiz hariç, herkesi yargılarız…
Korkaklığımızı perdeleme gayreti içinde;
İlkin
Dine sığınırız
Yasakları haram
İyilikleri sevap sayarız…
Millet olmak isteriz ardından
Sınırlar bedenim
Bayrak dünyam deriz…
An gelir
Gelenekler örter gerçek dünyamızın üzerini
Töre mi dersin
Yoksa sözde ahlakçılıkla yoğrulmuş
Sözde Anadolu delikanlılığı mı?
Alır bizi bizden
Kopartır…
Birdenbire
Bir aşk yaratırız hayalimizde
ve
Onu geciktirmeden uygulamaya koyarız
Çekilen acılar
Tadılan anlık hazlar gelir peşi sıra…
Son demde
Aileye sarılırız
Sıcaklığıyla baş döndüren
Yakınlığıyla çok kereler can yakan…

Bunlar hep yalnızlıktan
Korkaklıktan
Sonra da çekinmeden
Mutluluğu her daim yaşamak için
yani
“An” lık olan saflığı “Her an” yaşamak için
Türlü katakulliler çeviririz
Utanmadan…

e.
2010 kış

28 Ocak 2010 Perşembe

Gözlerimde saklamak istedim
Vazgeçtim…
Kalbimi denedim
Olmadı…
Resmini çizeyim dedim
Benzetemedim…
Yazmak;
Dize dize
Paragraflarca
Yazamadım
Kalem bitti…
Ben seni anlatamadım
Sığmadın hiçbir yere
Ne bedenime
Ne ruhuma
Ne kalemime
Sen;
Şiire bile sığmadın…

e.
2010 kış

24 Ocak 2010 Pazar

Hava buz gibi
Kar yağıyor durmaksızın
Yollar kapalı
Ama
Etraf kartpostal
Hastalıklar kaçışta
Toprak beslenme saatinde…

Ben, köfte-patates yaptım
Yanına piyaz
Bastım zeytinyağını
Bir de büyük açtım…
Hadi gel Ağabey
Seversin sen de zeytinyağını
Büyük ise olmazsa olmaz zaten
Maltepe de aldım bir kutu…
Ardından baklava
Bastım şerbeti
Yanında kaymak
Hadi gel abla
Seversin tatlıyı
Tatlı dillisin ya
Yakışır sana baklava…
Yaylı tamburun tozunu aldım
Akorduna dokunmadım
Evlat,
Her şeyiyle tambur sana emanet
İster konuştur, ister ağlat
Bu senin işin…

Pencereyi de açtım ardına kadar
İçeri kar havası girsin
Sonra kapatırım
Maksat havalansın ortalık
Gitsin tüm mikroplar
Dağılsın parazitler
Bizbize kalalım…
Ben mi?..
Tokum ben
Siz buradayken
Yani
Ağabeyim yağda-rakıda
Ablam balda-kaymakta
Eh, evlat da meşkteyken
Bana düşen;
Mutlu bir kalp
ve
Huzurlu bir ruhla
Sadece seyretmektir
Böylesi keyfi
Böylesi özlemi
Esas açlık bu…

uzaklar unutturamaz sevgiyi, şefkati…

e.
2010 kış

21 Ocak 2010 Perşembe

İnsan vücudunun yüzde yetmişi su
Su gibi yaşamak gerek hayatı
Kana kana…
İnsan beynindeki hücreler evrendeki tüm galaksilerden daha çok
Yaşarken düşünmeli de, sorgulamalı da
Samanyolu’na gülümseyerek…
İnsan vücudunun en güçlü kası kalp kası
Düşünüp sorgularken de sevmeli yürekten
Hakkını vermeli kalbin…
Yani
İnsan hayatın mihmandarıysa
Geriye kalan günübirlik nefes almak
Sonu düşünmeden
Hayat böyle istiyor çünkü…

e.
2010 kış

14 Ocak 2010 Perşembe

Unuturum yazdıklarımı
Uzun da olsa, kısa da olsa
Unuturum
İsimleri de yoktur zaten
Başlıksızdır tümü
Sahipsiz…
Eğer yazdıklarımı hatırlarsam
Tane tane
Satır satır
Bir daha nasıl yazabilirdim ki?
Nasıl çıkardı kelimeler?
Nasıl anlatırdı beni?
Anlattıklarım nasıl anlaşılırdı?
Unutmak bazen iyidir
Doğrudur…
Masanın üstünde dağınık duran
neredeyse yere yuvarlanacak
ve
bir daha asla toparlanmayacak
aşklarımı izlerim bir süre
Düşenlere bakmam
Düşmek üzere olanlara ise
gülümserim
Ama onlardan da
nazik bir tebessüm beklerim
Gelmezse
Onları da unuturum
Dağınık olanlar ise...
Adı üstünde zaten
Bırakırım kalsınlar öylece
Direnmeleri takdire şayandır
Bozmam keyiflerini
Yakışır bu gurur onlara…
Dağınıklık da iyidir bazen
Unutmaya direnir
En doğrusudur…

salaş güzeldir… hem de en güzel…

e.
2010 kış

13 Ocak 2010 Çarşamba

Gel, bu gece bizim olsun
Uzanalım ay ışığının huzmesine
Bir yer yapalım ikimize orada
Gönül gönüle
Tehlikelerden uzak
İhanetlerden ise daha ırak…
Olsun ki güneşin cılız ışığı ısıtmasın
üşüsün bedenlerimiz
Olsun ki siyah beyaz olsun günler
görmeyelim, sarıyı, maviyi...
Ne çıkar?
İçimiz sıcak mı?
Yüreklerimiz rengârenk mi?
Mühim olan bu…
Bir düşün;
Yıllardır saramadığım bedenini saracağım orada
Özlediğim saçlarının karasına karışacak yüzüm
Gözlerim hiç susmayacak
seni seyredecek, doyasıya
ve
Haykıracak yıllardır içimde biriken sevdayı
gözlerinin elifine…
Değmez mi sence?..

Sen neler hissedersin o yüreğinde bilemem
Ama sus yine de
Her zaman yaptığın gibi sus
Ben, beni sevdiğini sanayım yine
Sessizce… İçin için…

Bu gece bizimken
Çok uzaklardan ay ışığıyla bize kucak açmışken
Hele ki sen kollarımdayken
Nasıl düşünürüm “beni unut” dediğin o günü
Reva mı?
Bu gecelik, hatırım için
Sus
Konuşma hiç…

e.
2010 kış

8 Ocak 2010 Cuma

“Az iç” diyor dostlar
“Yazık kendine
Ciğerlerine yazık
Üstelik
Sarhoş oluyorsun
Ayarını bilmiyorsun” diyorlar
Oysa bilmiyorlar
Hayatın boşluğunda sallanmanın ne olduğunu
Güneşin inadına hep batıdan doğduğunu
İnadına hiç ısıtmayıp, aydınlatmadığını
Özlemin ızdırabını
Sevdanın imkânsızlığını
Bilmiyorlar…
İçiyorsan bu naneyi
İlk önce kendine
Sonra da
Kırgınlığa, yokluğa ve olmaza
ara vereceksin
Akabinde
Bir aralık kuytuda kıstırdığın
ara verdiğin “o” kendinle kalacaksın
ne kadar içiyor
ve
ne kadar sarhoş olabiliyorsan
Bilmiyorlar...

meyhaneci!.. doldur…

e.
2010 kış

6 Ocak 2010 Çarşamba

Her şey bana bir şey söylememenle başladı...
"Git" demedin o gün
"Kal" ise hiç dile gelmedi
Bir şeyler geveledin ağzında
Sonra da sustun...
Ben, “gidiyorum” desem
Kursağımda tek atımlık ‘sen’ ne olacaktı?
ya da
Sürekli seni özleyen kalp yanım?..
Bu kez de ben sustum
Çünkü "git" diyecektin hemen, orada, anında
Bir kıvılcımdı beklediğin
Gözlerin “hadi” der gibi bakıyordu
“Sen başlat bu vedayı…”
Oysa hazır değildim bu ayrılığa ben
Onca yıl bir sarmaşık gibi içime dolanan
Her mevsim çiçek açan sevdama ne diyebilirdim ki?
Nasıl avutabilirdim?..
Sustum
Daha tenine bile dokunamamışken
Dudaklarımız tutkuyla birleşmemişken
Tüm benliğinle benim olmamışken
Ayrılığa nasıl evet diyebilirdim?..
Sustum
Sen vapura binmek üzereydin
Bir kez daha baktın gözlerime
Son bir defa “hadi” dercesine
Bense ilk kez martılara baktım
Çevirdim gözlerimi gözlerinden
Ve sen o arada gittin, koşar adımlarla
Son düdükle iskele alındı vapurdan
Aramızdaki son bağ da kesildi sanki…
Acaba sen de mi istiyordun susmamı?
Yalandan mıydı “hadi” bakışların?
Aslında
Ayrılık pusuda sinsice gülerken
Veda zillerini takmaya başlarken
Böylesi daha güzel
‘Cevapsız kalmak’
Her şeyi ortada bırakmak
Karmakarışık
Böylesi daha güzel…
Olur da dönersen toplaması daha kolay olur
Zira her şeyin bir yeri var
Kolayca birleşir parçalar…

Her gün içinde ‘senli’ acabaları düşünmekten
Takvim yaprakları tüketmekten
Yoruldum
Hayallerim yaşlandı
Düşlerim yoruldu
Her şey hâlâ ortada
Karmakarışık…

bu hayat hile yapıyor… hep zar tutuyor…

e.
2010 kış

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bu gece kar yağdı
Bembeyaz etraf…
Gökyüzünün vahşi karasına
Havadaki delişmen fırtınaya
ve
Kıyasıya temiz kokuya
Şapka çıkartırım her kış
Zira kar;
Beyaz sayfa açar bahara
Canlandırmak için beyaz bir şiir fısıldar toprağa…

Anılarıma yağdı bu sene kar
Ardımda ne varsa üstü örtüldü
Sevgiyle andıklarım
Yüreğimi verdiklerim
Gülüşlerim
Hüzünlerim
Dost-düşman
Hepsi, tekmil-i birden beyazlar altında kaldı
Korku ve cesaretim
Hasret ve vuslatım bile orada
Bu sefer ben üzerindeyim hepsinin
Ben onları değil
Onlar beni hak etmedi
Onlar sevgimin altında kaldılar
Onlar yüreğimin altında ezildiler bu kez
Üşüdüler mi bilmiyorum ama
Ben bir kuşun kanatları altındayım ilk kez
Belki bir Anka, belki de Puhu kuşu
Yükseklerdeyim
Sesimin duyulmayacağı
Gelen sesleri işitemeyeceğim kadar yükseklerdeyim
Kararlılık bu olsa gerek;
Bir başınayken
Dipte ayakların kuma gömülüyken
Dolandığın balık ağından bir yol bulup
"Yine" diyebilmek…
Temizlik der eskiler
Hastalıkları silip süpürür kar
Doğa da, insan da temizlenir derler
Tam isabet…

yaşlanmak ne hoş… temiz temiz…

e.
2010 kış