26 Mart 2010 Cuma

Gemi kalkmak üzereydi
Rıhtımda ağır bir veda sessizliği hâkimdi
Gülüşmeler susmuş
Hüzün yüzlere yerleşmişti
Kulaklar hiçbir sesi duymuyordu
Ayrılık tek ses olmuştu
Adamın elleri cebindeydi
Bu şehrin ayazı da fenaydı hani
Çok üşütüyordu çok
Eh bir de yürek üşümesi vardı ki…
Onu düşünmek bile istemedi adam
Yanında; kara gözleriyle, lepiska saçlarıyla
ve tüm asaletiyle duran kadın
bir şeyler anlatmanın telaşı içindeydi sanki
Adam ise onu hem dinler gibi yapıyor
hem de içindeki derin kırgınlığa söz geçirmeye çabalıyordu
Sevda böylesine ince hatlara mı sahipti?
Kırılması olası kalpleri hep böyle yerli yersiz mi sınardı?
Az önce sımsıcak sevgi sözcükleri gelirken dile
şimdi neden boğazı düğüm düğümdü?
Yoksa sözcükler de mi ayaza teslim olmuşlardı?
Onlar da mı yürekle işbirliğini yapmışlardı
Söylenmemek üzere…
Hâlâ konuşmaya çabalıyordu kara gözlü, lepiska saçlı kadın
Üstelik çabası daha da artmıştı
Adam, kadının gözlerine bakmamak için mücadele veriyordu
Biliyordu en büyük zaafı gözleriydi kadınının
Bir baktı mı geriye dönüşü olmayacaktı
Az evvel yaşadığı alabildiğine kırgınlık ne olacaktı peki?
Ya da
Gönlünün tam orta yerinde oluşan sevda kırığı?..
Bakmamak için gözlerini denize dikti, büyük bir kararlılıkla
Poyraz asiliğini göstermeye devam ediyordu
Gözleri yaşarmaya başladı adamın
Sinüzit fena şeydi doğrusu
İnsanı insana yanlış tanıtıyordu…

Aslında içinde kocaman bir çelişki yumağı vardı
Ve bu yumak adamı tamamen sarmıştı
Düşündü;
Anlatamamıştı içini, dışını
Aşkını sevdasını?..
Cümleleri nerede eksik kalmıştı?
Araya virgül mü koymayı unutmuştu acaba
Ya da çok sevdiği ‘üç nokta yan yana’ yı bu kez yanlış yerde mi kullanmıştı?
Neden anlatamamıştı bu kez
Neden?..
Devam etti düşünmeye;
Belki anlatmıştı ne anlatmak istediyse
Belki o anlamamıştı, anlamak istememişti
İstememişti fütursuz cümleler kullanılmasını karşısında
İstememişti sevda sözcüklerinin bu adamın dilinden çıkmasını
Yakıştıramamıştı belki de…
Gönül şarkılarını başka kalpten istemişti
Söyleyemedi, bahanesi oldu belki de…


Geminin kalkma vakti geldi bu iç bulantıları eşliğinde
Adam bu kez her şeyi göze alıp baktı o kara gözlere
Kısa ve çabuk bir kucaklaşma sırasında küçük bir hamleyle
hissettirmeden kokladı lepiska saçları
Çekti ta içine kadar o doyumsuz kokuyu
Anlamadı kadın gemiye yetişme telaşı içinde bu kısa vedayı
Adam için ne büyük kazançtı o koklama oysa
Zaten hiç unutamadığı o kokuyu perçinlemişti bu kez
Kadın geminin yanına geldi
Küçük ve narin elini hafif bir gayretle kaldırır gibi yaptı
Cılız bir şekilde veda etti
Döndü ve kayboldu gözden…

Adam biraz daha kaldı rıhtımda
Daha doğrusu kalakaldı
Bu kez sinüsleri değildi ona ihanet eden
Ağlıyordu düpedüz
Kalbiydi, gözleriydi bu kez onu ağlatan
O övündüğü koca adımları şimdi iyice ufalmıştı
Adeta ayağını sürüyerek oradan uzaklaşmaya çalıştı
Elli metre yürüyebildi ancak
Deniz kenarında bulunan paslı korkuluğa güçlükle hamle yapabildi
Tuttu, üşümekten buz kesmiş elleriyle o yıllanmış korkuluğu
Gemi yolunu almıştı bile
Ardından saldığı köpüklerini seyretti biraz daha
Biraz daha, biraz daha…
Sonra kafasında türlü çelişkilerle örülü sorularıyla doğruldu
Ve bu iç paralayan sorulara bir sonuç çıkardı hemen oracıkta
Belki doğru, belki yanlıştı bu düşüncesi
Ama bir sonuçtu ne de olsa;
Kendisi suçluydu
Evet, sadece kendisi
Kimselerde yoktu kabahat
Kimliksizce girdiği bir gönülden çok şey beklememeliydi
Daha kendi kalbinin adı soyadı yokken
Nasıl olurdu da bir gönüle girmeye çalışabilir ve iz bırakmak isteyebilirdi ki?
Densizlikti bu yaptığı
Hatta hadsizlik
Ve yürüdü…

bir sevda kırığı…

e.
2010 kış

Hiç yorum yok: