31 Aralık 2009 Perşembe

Yorulan kalbim inim inim inlerken
hecelere bölünmüş sevdam için için ağlarken
bigünah ruhum can çekişirken
dünya dünyama yıkılıp beni ezerken
Ben suskunum…
Elim kolum bağlıyken de
gözlerim yaşla dolup taşarken de
böyleyim işte
Suspus…
Suskunluk
kör bir bıçak
ölümden beter
yaşadığına pişman eder
kendini de, ötekini de…
Suskunluk
zehir zemberek
ölümden beter
zindana çevirir tüm günleri
geceleri daha da katrana bulayarak…
Suskunluk
geri dönüşü olmayan uzunca bir yol
ölümden beter
vedadan besbeter…
Hani, ölümden sonra ahret var ya
hesap günü
Suskunluğun ahreti bile yok
Hesapsız, kitapsız
Besbeter…

suskunlukta baş arkaya çevrilir mi hiç? asla…

e.
2009 yılsonu

18 Aralık 2009 Cuma

Bir sevgilim vardı
Gülen yüzü
Seven kalbi
Bir de
Temiz ruhu vardı
Gülen yüzüyle ısıtırdı yüreğimi
Seven kalbiyle ömrümü yenilerdi
Temiz ruhuyla alırdı benden beni
Bu kadar
Bu kadar küçüktü dünyam
Yeterdi bana
İçinde o varken…
Düşünürdüm her an
Bir Pazartesi, bir Salı
Bir de bakmışım ki Pazar olmuş
Hayalini kurardım uyumadan önce
Ama gözlerini, ama ellerini, ama dudaklarını
Bir de bakmışım ki sabah olmuş…
Özeti buydu hayatımın
Ondan önceki benle
Ondan sonraki ben…

Bir sevgilim vardı
Gülen yüzü
Seven...

Neyse…

seven… kalbi vardı…

e.
2009 kış

12 Aralık 2009 Cumartesi

Kalbimin kıyısında sevdim
Gözümün kenarında
Gönlümün mavisinde sevdim…
Cevapsız mektuplarda
Sahipsiz telefonlarda özledim...

Bir mahkûmun yorgun ve taşlaşmış ellerinde nihayetlenen duvar çentiklerinde umudu
Her çıkmaz sokakta adını aradım…
Sessiz gecelerde sesini
Çok uzaklardayken de sensizliğin sızısını duydum…
Yorgun ömrümde taze aşkını
Sonbaharda baharı yaşadım…
Kör gözlerimde aydınlığı yakaladım
Lâl olmuş dilimle ismini haykırdım…
Temennisi bile kaybolmuş ayrılıklarda sustum
Vuslatı yakalamış sevdalarda coştum…

Kalbimin kıyısında sevdim ben
İçimin titrediği yerinde
Ruhumun teslim olduğu o kıyıda sevdim
Çünkü
Kıyı umuttur
Beklenendir
Vedalardan uzaktır…
Gözümün kenarında sevdim ben
Çünkü
Kenar kıymetlidir
Kıtırdır
Cana candan yakındır…
Ben seni
Külliyen
Körkütük
Günahsız kalan tek yanımda
Gönlümün mavisinde sevdim…

sevmek… karşı kıyıya aldırmaksızın… sadece sevmek…

e.
2009 kış

10 Aralık 2009 Perşembe

Bir yazı vardır bir de tura
Bakma parada olduğuna
Hayattır esasen YazıTura…
Yazı gülümser meselâ
Tura suratsızdır
Yazı gönüldür, sever
Tura nefrettir, yakar
Yazı bahardır
Tura karakış
Yazı limonatadır
Tura zakkum
Yazı nefestir
Tura leş
Yazı ömürdür
Tura günlük
Yazı papatyadır
Tura ısırgan otu
Yazı beklemektir
Tura gelmemek
Yazı vefadır
Tura üzüm sirkesi
Hasıl-ı kelâm
Yazı umuttur, kıyasıya beklenen
Tura, kıçına yenen tekmedir, hiç durmadan...

e.
2009 kış

23 Kasım 2009 Pazartesi

Usta, dur
Gitme
Daha bitmedi yapacaklarımız
Daha denizlere gideceğiz
İyot kokularını çekeceğiz ciğerlerimizin en mutena köşesine
Şarkılar söyleyeceğiz
Memleketten
Öyküler yazacağız
Kuralsız
Kuşları seyredeceğiz,
O ağaçtan bu ağaca kanatlanışlarını
Yol boyunca şakımalarını
Kıyıdaki çakılları sayacağız usta
İrili ufaklı
Bir kenarda küçük masamızı kuracağız
Üstünde rakı ve bir iki parça meze olan
Sen iki dubleye tamam diyeceksin
Bense şişenin dibine göz koyacağım
Sen dur diyecek olacaksın
Ben “tamam usta” diyeceğim
Hava bahara çalacak
Bir bahar akşamı esintisi çıkacak
Eh, yaşın var ya biraz
Üşüyeceksin ufaktan
Ben güleceğim, yaşlandın diyerek
Sen kıçınla güleceksin
Seni cebimden çıkarırım diyerek
Yanımızda gavur şarkıları devam edecek çalmaya
Ben bir ara zeybekiko oynayacağım
Havan yerindeyse belki sen de eşlik edeceksin
Gece bilmem kaç olacak
Yatma vakti gelecek
Dedin ya bir kere, seni cebimden çıkarırım
Sırtlayacaksın beni küfene
Belki sızacağım ada hatırına
Ada’daki ev hatırına
Sonra sabah olacak
Kuşlar yine şarkı söyleyecek
Denizler yine salacak iyot kokularını
Ve başlayacak yeni bir gün
Akşamını beklemek üzere usta…

baba… dur… gitme… şarkılar bitmedi daha…

e.
2009 umutlu kış

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir şeyler yazsan
dereden tepeden
Hiç adım geçmesin yazdıklarının içinde
razıyım
Ama bir şeyler yaz
İşlerden bahsetsen mesela
Sağlığından
Nasıl olduğundan haber ver
Varsa, sıkıntılarını anlat
Sevinçlerini dök, bir bir
Ailen
Ailen nasıl
Onları yaz
Anneni, babanı, kardeşlerini
Yeter ki sessiz kalma
Başbaşa bırakma benimle beni
Taşıyamıyorum aşkını zira
Dar geliyorum bedenime
Dar geliyor ruhum özüme
Dar geliyor bu şehir
çokça da dünya...
Her gün kendi kendime seni konuşmaktan yoruldum
Duvarlar delirdi
Yatağım kayıp gitti altımdan
Düşünceler terk etti beynimi
Tüm sevgiler kayboldu yüreğimde
sadece seninle olanlar kaldı
Sesini duymaktan bile geçtim
Razıyım yine de
Hiç adım geçmesin içinde
Yeter ki bir şeyler yaz...

gün olur kalem kaybolur…

e.
2009 kış

16 Kasım 2009 Pazartesi

Seni küçük kâğıtlara yazarım
Çok küçük
İçinde yazılanlar ise büyük
Çok büyük
Kısa kelimelerle
Noktalama yok
Baş harfler büyük değil
Pek düzgün de değil
Hatta bazıları kargacık burgacık
Ne var ki
Hep sen varsın o küçük kâğıtlarda
Sen parlarsın
Ama yazılan bir “canım” la
Ama “ruhum” la…
Misal
İsmin
Masal başlangıcı gibi
Heyecan verir her okuduğumda
Onu gömleğimin sol tarafında taşırım
Bir de yanına kuru karanfil iliştiririm
Her hareketimde karanfil haykırır ismini
Ceketimin sağ iç cebinde ise
Sevda sözlerini taşırım
Yanına kabuk tarçın
Her hareketime sevdanın diğer adı tarçın oluverir
Cüzdanımdaki fotoğrafının yanında
Sana ilk yazdığım iki mısralık şiir
Ve bitişiğinde buğday tanesi
Her bakışımda sevginin bereketini anlatır bana bir bir…
Hepsi bir olurlar gün biterken
Evime gelip de yatağıma uzandığımda
Yazılar el ele verir
Karanfili, tarçını, buğdayı ise omuz omuza
Kokularıyla, bereketleriyle gecemi huzura sunarlar
Ve ben
Yine yazarım küçük kâğıtlara seni
Kargacık burgacık…

bir kalem + bir parça kâğıt + bir de aktar = şifa…

e.
2009 kış

12 Kasım 2009 Perşembe

Eli, yüzü düzgün bir adamdı
Vicdanı hür
Kalbi de sevgiyle çarpardı
Denizi severdi…
Ama kıyısında olmayı
içi vahşi gelirdi, fazlasıyla tehlikeli
Kuşları severdi…
Ama sakayı, kanaryayı
biri özgür, diğeri kafeste
ikisinin de dillerinde şarkılar vardı
Şarkılar…
Şarkıları da severdi
Ama Ege kokanları
biraz kekik, biraz iyot
yalnızlıkla yoğrulmuş olanları
Aşkı severdi…
Ama aşkın her şeye olanını
katıksız, körcesine
Rakıyı severdi…
Ama içine haram katılmamış olanını
zehre haram katıldığı nerede görülmüş
Sohbeti severdi…
Ama dostlarla olanını
diğerleri teferruattı, unutulmaya mahkûm
Gülmeyi severdi…
Ama daha çok güldürmeyi
mutsuzluk zaten her yandaydı,
değmezdi ağlamaya
Ama ağlardı bu adam…
Bazen
hayat ardiyesinin kapısını araladıkça
iyi, kötü sayısız anılara daldıkça
hele hele, bir siyah-beyaz fotoğrafa baktıkça
sadece o fotoğrafa baktıkça…
Ağlardı bu adam
çok mu yalnızdı
çok mu mutsuzdu
yoksa;
Çok mu pişmandı ne?

o da onun sorunu…

e.
2009 kış

10 Kasım 2009 Salı

Alelade bir ağaçta kıyasıya ötüyor saka
Ben aşağıda, o yukarıda
Durdum birden
Gelip geçenler korktu
Zannettiler bu adam deli
Hayır
Mesele sakanın delisi olmak, dedim içimden
Mesele onun dilinden anlamak
Meramını dinlemek
Biraz daha yaklaştım ağaca
Kısık sesle sordum sakaya
Benim hikâyemi dinler misin?
Dedi, hay hay
Sevindim
Ama dedi
Benim gibi şakıyıp,
Benim gibi daldan dala konacaksan
Dinlerim can kulağıyla o zaman

Dedim
Şakıyamam, yazarım
Uçamam, ayaklarım prangalı
Dinlemez misin yine de
Tereddütsüz
İsterdim
Ama
dedi
Bir yandan dilin suskun
Diğer yandan ayakların tutuklu
Oysa
Bana şarkılar gerek
Söylenmemiş
Bana kanatlar gerek
Gidilmemiş masallara
Neyleyim ben böyle yarenliği
ve
Uçtu…

neyleyim böyle hayatı…

e.
2009 kış

9 Kasım 2009 Pazartesi

“Allah şifa versin” dedi
Cana candan yakın
Ne hoş…
Her şey ona havale
Kıssadan, çaktırmadan vebal onun
Haklı, haksız
Birine sarf ettin mi bu sözü
Arkasında duracaksın bir ömür boyu
Haklı, haksız
Çünkü tanrı var arada
Çarpar adamı
Biri hak etti mi?
Yapıştıracaksın lafı
Onun niyeti her neyse
Düşünmeyeceksin bile
Yapıştıracaksın…
Yapıştırılan ise
Hunharca bir köşeye atılmaya ses çıkarmayacak
Olur mu sızlanmak?
Horlanmaya, gözlerden ırak olmaya ses etmeyecek
Olur mu şikâyet?
Tanrı çarpar adamı
“arada onca mesafe varmış, bilemedim” diyecek olacak
Geç efendim
Hazırladın mı havuzu?
Yüzme bilsen de, bilmesen de atlayacaksın
Yüzdün yüzdün
Yoksa
Ahrette görüşmek üzere
Kimse gözyaşını silmez adamım
Kimse kokusunu vermez ana gibi
Geldin gidiyorsun, yalnız
Sızlanma
Alış,
Derler adama…

bu da geçer ya hû…

e.
2009 sadece bir kış

6 Kasım 2009 Cuma

Cam buğulu
Dışarıda yağmur kıyamet
Kederli bir gece
Ben içeride bulanık
Ben içeride yorgun
Kalbimde sevda sözleri
Kalemimde hayal cümlelerle
Senli bir gecedeyim
Her zamanki gibi...

e.
2009 kış

3 Kasım 2009 Salı

Kasımın biri
Mevsim kışı gösteriyor
Üşüyor hayat
İnsanlar iyice soğudular
Hem havadan, hem kendilerinden
Başını sokacak yer bulan şanslı
Sokaktakinde ise derin bir endişe
Uykusuz gecelere gebe artık…
Hayvanların kimi uyumak üzere
Kimi sıcak toprak aramakta
Yüzlerinde mahmurluk hâkim…

Ben yürüyorum usulca
Kuruçeşme sahilindeyim
Salaş çay bahçesine varıyorum
Ama
Ayaktayım
Çünkü masalar yok
Yerler ıslak
Hava ayaz
Kapıları sıkı sıkıya kapalı
Keyfi kaçmış çoktan
Dalgalardan fırsat bulup sokuluyorum kıyıya
“Sülo” nun üç-beş metrelik kayığı bağlı
Ne var ki yerinde duramıyor
Bir sağa, bir sola yatıp yatıp duruyor
Hemen sağında “Ayşe”
Lüküs yat!
O gelin gibi süzülen halinden eser yok şimdilerde
Mahzun mu mahzun oynaşıyor kıyıda
Yalpalamamak için çırpınıyor adeta
Gelin dedik ya
Haspam…
Ha, yanında “Baba Torik” duruyor
Sıkı balıkçı kayığı
Taş gibi taka
Diğerleri üşürken kıyıda
O pek bir mağrur
Rüzgâra da, asi denize de kafa tutar gibi
Dimdik
Helal be reis!..
Yürümeye devam ediyorum
Gözüm de gönlüm de hep kıyıda
Tüm teknelere bakıyorum
Bakıyorum da
Hepsinde bir hüzündür gidiyor
Sanki yüzleri var da somurtmuşlar
Hatta bazıları ağlamaklı
Hani halatlarla bağlanmışlar ya babalara
Küsmüşler hayata
Bülbülü ne kadar kafeste mutlu edebilirsen
Tekneleri de bağlıyken öyle
Onlar da açıklarda
Alargada nefes alırlar işte…

Yağmur damlaları bıçak gibi
Öylesine dövüyor ki bedenimi
Beni bezdirmek için çırpınıyor
Kışın asiliği işte
Yağmurunda bile hırs var
İstemiyor kıyıyla aşk yaşamamı
Teknelerle cilveleşmemi
Hele ki hayatla halvet olmamı
İstemiyor kerata mevsim…

Bu sene kış fena geldi
Doğrusu hiç istemedim gelmesini
Belki yaşımı
Çalınan geçmişimi
Umutsuz yarınlarımı
Yorgunluktan öte
Belki yılgınlığımı hatırlatıyor diye
İstemedim gelsin bu kara mevsim
Sahi
Bu senenin baharı da tatsızdı zaten
Kanım fokurdamadı mesela
Ciğerlerim taze kokularla dolmadı
İstemedim kaçmak olduğum yerden
Oradan oraya konmak
Temiz derelerden kana kana su içmek gelmedi içimden
Durulmak
Erenler gibi köşemde olmak istedim…

Bir kabullenmişliğe gidiş var sanki
Usulca
Tekne belli
Rota belli
Dümen ise kilitlenmiş
İstikamet
???

bari, başımdan meltem… kıçımdan poyraz eksik olmasın…

e.
2009 kış

23 Ekim 2009 Cuma

bir mektup...

Eylül 1998
Selanik

Canım Kardeşim,

Selanik’ten kocaman merhaba…
Geçen mektubumda belirttiğim üzere burada yaşamak gerçekten de güzel.
Havasından mı, suyundan mı, yoksa bir tarafımın gâvur olmasından mıdır bilinmez ama garip bir rahatlık var üzerimde buradayken.
Günlerim her zaman ki gibi yazarak ve araştırarak geçiyor.
Sanıyorum kitabın araştırma safhası bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
Güzelim,
Mektubun gelir gelmez, her zaman olduğu üzere tüm benliğimi kocaman bir ürperti sardı.
Zarfı açmaya kıyamadım desem sanıyorum abartmış olmam.
İçinde yazılanları satır satır okuduğumda ise ruhumdaki mutluluğu anlatacak kelime bulamadığımı hissettim bir an.
Ancak ne var ki biraz hüzünlü ve iç burkan cümlelerinin fazlalığı beni derinden yaraladı gül yüzlüm.
Sesimi duymayı istemen, içinde bulunduğun çaresizliğin bana da sirayet etmesine neden oldu ve beni engin endişelere sevk etti.
Fakat nedir bu inadın, anlaşılır gibi değil.
Sana defalarca oturduğum evin telefon numarasını gönderdiğim halde bir türlü aramıyorsun.
Sitem değil bu yazdığım, sadece böylesine içlenmen içime işliyor ve elim kolum bağlanıyor, üzülüyorum şiddetlice.
Ama sen en doğrusunu bilirsin yine de, zorlamış durumuna düşmek istemem.
Aslına bakarsan; ben de senin sesini duymayı, şöyle adam gibi dertleşmeyi nasıl istiyorum bir bilsen.
Düşünüyorum da; benim yanımdasın, gözlerin gözlerimde, nefesin nefesimde…Herhalde bu saadeti benim kadar isteyemez ve düşleyemezsin kuzum.Bir önceki mektubumda yazmıştım sanıyorum ama yine yazacağım;Ben her zaman hazırım hüznüne ve çaresizliğine ortak olmaya, nefes aldığım sürece…
Bir ay sonra birkaç gün için Ada’ya geleceğim, Eğer sen de ister ve uygun görürsen bana bir kart göndermen yeterlidir.İnanıyorum ki senin için de bir değişiklik ve en önemlisi düşüncelerine yardımcı olacaktır bu seyahat.
Bir gün bile olsa iyi gelecektir, inan bana.Şöyle, seni Ada’nın her tarafını gezdiririm gündüz vakti, karış karış. Akşam olunca da kıyıdaki meyhaneye gideriz ve her ne istiyorsan dökersin içini.İstersen sus; öyle otur, ister gül, ister yaşlar süzülsün yanaklarından.Ama inan, iyi gelecektir sana derim ben.Senin için bir mani yok ise benim için hiç yoktur. Nasıl arzu edersen…Gelelim gönül fırtınalarına…Bana kalırsa bir yerlerde yanlış yapmaktan çok, fazlaca sınırlarda yürüyorsun.Yani detayların uç noktalarındasın.Erkeklerle ilişkilerde takıntılara yer yoktur canım,Keskin olmalısın, kati…Zira erkekler siz kadınlar gibi düşünmeyi beceremezler.Kadınlar daha hassastırlar ve ayrıntıya daha bir önem verirler.Erkekler hep "öfff" çüdür.Kendimden biliyorum.Ve bunun sonucunda da iki zıt kutup, yani erkekle kadın başlarlar tartışmaya, konuya göre de değişen tartışmadır bunlar…
Gülüm,Sanıyorum bir “aradan”, yani kısa bir ayrılıktan söz etmişsin beraberliğinizde.
Bu aranın anlamı nedir?Yani gözleri ne diyor bu arayı söylerken yavuklunun?Yüreği ne söylemeye çalışıyor?Peki, sen bunları iyice anlamaya çalışıp, süzdün mü gönül süzgecinde? Unutma ki çok zor bir dönemden geçiyor sevdiceğin,Sen de öyle elbet ama onun durumu; ateş düştüğü yeri yakar cinsinden gibi.
Bir hayli ağırca…Eğer bu ara kararlı bir ara ise fazla üstelememeni salık veririm.Ancak kontrolü de elden bırakma tabiî ki. Yani tartışılacak konulardan ve birbirinizi kıracak konulardan büyük bir titizlikle kaçınmalısın.Nedir, dediğim üzere kontrolü de elinde tutmalısın…Zaten bir önceki mektubunda yazmıştın;”O kendine göre huzur istiyor” diye,Ona biraz daha şans vermeli ve zaman tanımalısın.Velhasıl, kendine tanınandan bir fazlasını vermelisin ona.Yazdığım üzere, onun durumu hâlâ hassas.Ha, bunu yaparken de dikkatli olmalısın.Zira bu alışkanlığa dönüşmesin. Dozunu sen ayarlayacaksın elbette ki…
Hüzünlü Meleğim,Bana kalırsa kırgınlıklarını, karşı tarafça anlaşılmamayı biraz daha içinde sakla,bak bakalım dengeler nasıl olacak.Bak bakalım gerçekten ihtiyacı olduğu şey sakinlik mi gerçekten, Yoksa yalnızlık mı?Bana kalırsa biraz sabır.Biliyorum yapın itibariyle bazen sabırsız, hatta bazen tahammülsüz bile olabiliyorsun.Ama bunları biraz saklaman taviz değil bir gereklilik bence.Bu gereklilik kısa süreli kontroldür, yani beraberliğinin ne durumda olduğuna ve nereye gittiğine karşıdan bakmaktır. Acı bir ilaç ama yine de sabır.Böyle der bu naçiz sırdaşın…Nazlı Manolyam,
Yeni adresten de mektuplaşmanın tadına doyum olmuyor vallahi.Yazdığım üzere, bir ay sonra Ada’dayım. Güzel haberlerini bekleyeceğim.Sakın endişelenme, üzülme de.
Zira bu naçiz sırdaşın hep seninledir…

Görüşmek ümit ve temennisiyle,
Tüm kalbimle

Ben.

e.
(düzenleme) 2009 sonbahar

21 Ekim 2009 Çarşamba

Hava güneşe çalmış
Hafif bir rüzgâr esmekte
Etrafta kesif ot kokusu
ve ona eşlik eden toprak ana
Bir köşede kıyı
ve ona eşlik eden taze iyot kokusu
Mavi mi mavi
Kışkırtıcı
Özgürlüğe serserice davet mi davet
Gürültü yok
Hepsi şehrin içine hapsolmuş
Aman orada kalsın
Gün öğleyi öğütmek üzere
Kuşluk vakti muzipçe geliyor…
Alabildiğine büyük bir bahçe
Hatta çiftlik
Çevresi derme çatma tahta korkuluklarla örülü
Bir yanda tavukların “gıdaklamaları”
Diğer yanda ineklerin birbirleriyle dansları
Bunlara bağlı nefis tezek kokuları
Doğayla barışık
Çevre; erik, kiraz ve limon ağaçlarıyla örülü
Az ötede ıhlamur ve iğde…
Çevrede bir koşuşturmaca
Sevimli ve bir o kadar heyecanlı
Ortada uzunca bir masa
Halil İbrahim’in kıskanacağı tarzda
Masanın üzerinde kenarları işli
Yarı beyaz, yarı mavi, kalanı yeşil
Mis masa örtüsü
Onun üzerinde onlarca bardak
Kimi su bardağı, kimi rakı, kimi şarap kadehi
Beyaz tabaklar dizili
Yanlarında çatal, bıçaklar
Belli aralıklarla dizilmiş koca tabaklar içinde salata
Çoban
Bir kenarda ekmek kesen yaşlı kadın
Öte yanda mangala can vermek isteyen yaşlı adam
Duman bulutu yanmanın arefesini müjdeliyor
Yaşlı kadın, yaşlı adam son kez bakıyorlar birbirlerine
Yüzlerinde “tamamdır” ifadesi
Uzaktan gelen “cıvıltı” sesleri
Sonra diğer “cıvıltılar”
Sonra diğer…
Masa doldu, taştı
Tabaklar tıkabasa
Kadehler boş kalmıyor
Mangal tam gün mesaide
Her zaman olmayan buluşmalar bunlar
İş-güç derken…
Hayatın bir nefeslik olduğunun hatırlanması
Yüzlerde açan mutluluk çiçekleri
Geçmişin akla dahi gelmemesi
Geleceğin önemsizleşmesi
Ânı yaşamanın verdiği derin haz
Ailenin tekrar vücut bulması
Kalplerin ısınması
Çorak sevgilerin bereketlenmesi
ve
Yaşlı kadının udu’nu eline alması
Masa etrafındakilerin toparlanması
Kollarını birbirlerinin omuzlarına atması
Canlarının ondan ona geçmesi
Udun tellerinin titremesi
Genizlerde beliren aşina titreşimler
Yaşlı kadının taksimle açması perdeyi
Sonrasında hicazla devam etmesi
Tüm sesler yaşlı kadına eşlik ediyor şimdi
Kadehler çakırkeyfi çoktan çağırmış masaya
Isınan kalplerin hüzün yanı çıkıyor meydane
Hepsi birbirinden merdane
Gülücükler samimiyetin uçlarında
Sonrasında gelen nihavend
Hüznü süpürüyor
Taze ve titrek umudu taşıyor masaya
Gece saatin berduşluğuna aldırmadan ilerliyor
Rüzgâr poyraza vuruyor
Masa bir bir boşalıyor
Herkes büyükçe olan barakaya giriyor
Kâh divan, kâh koltuk, kâh yatak bekliyor orada
Kıvrılıyor herkes
Bir yandan yaşlı adam örtüyor üzerlerini
Diğer yandan yaşlı kadın
Yüzlerinde ulaşılmaz şefkat
Yüreklerinde tarifi mümkün olmayan sevgi
Karşılığı bulunmayan…
Başlarını okşuyorlar her birinin
Uyandırmaktan korkarcasına
Türlü tehlikelerden korurcasına…
Ana olmak
Baba olmak
Evlat olmak
Aile olmak
İnsan özlüyor
Çok özlüyor…

hadi ana… okşa saçlarımı ben uyurken…

e.
2009 özlem dolu sonbahar

20 Ekim 2009 Salı

Yalnızlığın güneşi vardır
Isıtmaz bir türlü
Rüzgârı vardır
Üşütmez, serinletmez
Bulutları vardır
Siyahtır her ne hikmetse
Yağmuru vardır
Islatmaz, bereketsizdir
Denizi vardır
Özgür değildir, delirmez
Kalabalığı vardır
Kupkuru
Sevdaları vardır
İhanet dolu
Gözleri vardır
Renksizdir, anlamsızdır
Şarkıları vardır
Notasız
Gülleri vardır
Kokusuz, renksiz
Dostluğu vardır
Kaypak
Yalnızlık
Külliyen yalandır yahu
Yalan…

e.
2009 sonbahar

19 Ekim 2009 Pazartesi

Genç dedi ki;
Aşkı yaşarım
Yaşarım göklerde
Rüzgârla savrulurum
Savrulurum berduşça…

Yaşlı dedi ki;
Yaşarım hâlâ aşkı
Yaşarım hafif meltemle
Hafif meltem eşliğinde süzerim
Süzerim berrak oluncaya kadar…

Genç dedi ki;
Bilirim çok şeyi
Çok şey benimdir çünkü
Döner dünya etrafımda
Etraf benimdir çünkü…

Yaşlı dedi ki;
Bilmeye çalışırım
Çalışmak bilmeyi getirir peşi sıra
Peşi sıra bilmek pişmeyi
Pişmek de yanmayı, acıtmadan…

Genç dedi ki;
Ölüm uzak bana
Eğilir önümde çaresizce
Çaresizce kaybolur
Kaybolur ölüm, ölür karşımda…

Yaşlı cevap verdi;
Ölüm yakınımda
Eğilirim önünde tevekkülle
O ise
Tevekkülle bin kez büyür karşımda
Büyür anbean…

bir varmış… bir yokmuşuz…

e.
2009 sonbahar

17 Ekim 2009 Cumartesi

Mevsim kışa bağlamış.
Yağmur sicim gibi yağıyor.
Hava soğukça.
Ben seni bekliyorum her zamanki çay bahçesinde.
Hani, İstanbul beyefendisi Rafet Bey’in salaş çay bahçesinde.
İnadına dışarıdaki tahta masada oturuyorum.
Etrafımı saran bir dolu ağaç yapraklarını kışa teslim etmiş çoktan.
Yerde tek bir yaprak dahi yok.
Yağmur olanca şiddetiyle dalların arasından süzülüp ıslatıyor beni.
Saçlarım ve omuzlarım sırılsıklam oldular bile.
İçerideki tek tük insanların bakışlarını hissediyorum.
“Delinin zoruna bak!” bakışları bunlar.
“Aldırma” diyorum kendime.
Çünkü
Ben seni...
Gözleri köpüklere çalan ela gözlümü, kurşun kalem gibi ince ve uzun kirpiklimi bekliyorum.
Geldiğin zaman o gözlerin beni ısıtacak ya, varsın biraz daha ıslanayım. Ne çıkar?
Hem bana daha çok bakar, daha çok ısıtırsın.
Acaba diyorum;
İçeride oturanlar, tüm bu düşüncelerimi tahmin ediyor mudur?
Nereden bilecekler ki?
Sen benimsin çünkü…
Demek ki, hiç sevenleri yok bu denli.
Hiç sevmemişler her zerreleri ıslanacak kadar.
Bu havada, “burası bizim yerimiz” deyip, oturmamışlar tahta masalarda.
Arkadaşlık etmemişler yapraksız ağaçlarla.
Demek ki senin gibi köpük köpük bakanı olmadı bu insanların.
Yoksa
Gözlerine bakan sevgi dolu gözlere sahip olsalardı beni fark etmezlerdi bile.
...
Nasıldın acaba görmeyeli?
Oysa daha dün konuşmuştuk.
Zaman nasıl da ilerliyor.
Sanki sesini bir hafta önce duymuş gibiyim.
Seni böyle düşünürken;
Rafet Bey geliyor yanıma.
Üzerindeki tertemiz gömleği ve ona uygun ütülü pantolonu, sinekkaydı tıraşı, kaytan bıyıkları ve de bembeyaz önlüğüyle.
Başıyla kendine has selamını veriyor.
Elimde olmadan yerimden hafif kalkıp bu selama karşılık veriyorum
ve
“Bir çay Rafet Bey” diyorum.
Her zamanki sakin ve vakur haliyle onaylıyor ve yanımdan ayrılıyor.
Sonra yine sen.
...
Ah! Geldin işte.
Hoş geldin.
Hemen öpüyorsun beni.
Ardından, çantandan çıkardığın mendille yanağımdan süzülen yağmur damlalarının izlerini silmeye başlıyorsun.
Her zamanki gibi naziksin.
Sanki kırılası muhtemel bir vazonun tozunu alır gibisin.
Şikâyetim yok.
Bir yandan da o sevgi dolu gözlerini gözlerime kilitliyorsun.
Yüzümün her kıvrımını kurulayan elini tutuyorum.
Elin elimde beraberce devam ediyoruz.
Hiç ama hiç tereddüt etmeden oturdun masaya.
Ne havanın soğukluğundan dem vurdun, ne de yağmurun asice yağmasından.
Sessizce oturdun.
Sen oturunca tam tepemizdeki ağaca bir ispinoz kondu.
Selâmladı bizi ötüşüyle.
Etraftaki boş masalar da bizi seyrediyor, gıptayla.
Belki de oturduğumuz bu masayı kıskanıyorlardır.
Veya bizizdir bu hayretli bakışların nedeni…
Gözlerim Rafet Bey’i ararken içerideki bakışların hayretlerinin artarak bize yöneldiğini görüyorum.
Umursamıyorum.
Köpük gözlüme dönüyorum tekrar.
Aradan ne kadar geçti hatırlamıyorum;
Bir bakıyorum yandaki masaya bir çift sevgili yerleşmiş.
Sonra diğerine, sonra bir diğerine…
İşte şimdi oldu.
İçerisi bomboş.
Dışarısı dopdolu.
Kışı ısıtmak,
Tahta masaları canlandırmak için herkes dışarıda.
Rafet Bey bile başka servis yapar oldu.
Daha bir istekle, daha bir memnuniyetle.
Herkes kendi halinde yaşamakta sevgilerini…
Sense karşımda konuşmaktasın, bıcır bıcır.
Her cümlenden sonra parantez açıyor ve kapatıyorsun.
Unutmuyorsun söyleyeceklerini.
Birbiri ardına sıralıyorsun hüznünü, neşeni.
Araya girmeye korkuyorum, bu ahenk bozulsun istemiyorum.
Sadece dinliyorum.
Daha seni tanıyalı ne kadar oldu ki?
Sanki kırk yıldır benimsin.
Sanki kırk yıldır seninim.
O kadar yakınsın kalbime.

Çaylar geldi.
Yudum sesleri var artık yağmur yerine.
Bir çay, iki çay derken
Hava kararmaya yüz tutuyor.
Bu gitme vaktinin ikazı adeta.
Toparlanıyor sevgililer.
Toparlanıyoruz, seninle ben.
Bir dahaki kışa kadar…

bir varız bir yokuz… hayırlısı…

e.
2009 sonbahar
Sormuyor zaman
Nefesimi tüketirken
Ömrümü çalarken
Seni benden beni senden
kopartırken
Sormuyor…

e.
2009 sonbahar

16 Ekim 2009 Cuma

Bir prova daha bitti işte.
Sıra geldi eve gitmeye, yoksa eve gitmeyip bir şeyler mi içmeli
Ertesi gün erken kalkılacak, en iyisi evin yolunu tutmalı.
Hiç de gidesim yok eve.
Kim bekliyor ki?
Sahi, ne kadar uzun zaman oldu yolum gözlenmeyeli?
Oysa öyle miydi?..
Böyle olmayacak; en iyisi bir yere gitmeli demlenmeli, yine uyuşma zamanı geldi, vakit kaybetmemeli.
Zira rahat yok bu gece.
Fazla kaçırmamalı, ertesi gün yine prova var.
Kolay değil on, on beş gün sonra oyun çıkacak, gala olacak, sezonun yeni oyunu. Çok iyi hazırlanmalı, bunun için de dinç bir kafa ve beden gerek, sigarayı da azaltmak en iyisi çünkü oyunda hareket had safhada, yorulmamak gerek, göğüs şişmemeli, seyirciler nefes nefese olduğunu görmemeli, diyaframa çok iş düşecek yine, Allah vere de ihanet etmese.
Kaç lira var cepte? Bir bakmalı, evet yeter, bir dublelik metelik var.
Of! Evde dağ gibi bekleyen faturalar da var.
Elektriği, suyu, telefonu…
Bir de geçmiş dönemin başka borçlarını da eklersek nasıl kalkılacak bunların altından.
Oyunculuktan kazanılan da yetmiyor ki doyurmuyor ki karnı birader.
Hani öyle de boktan bir durum var ki, başka iş de yapamaz bizim gibiler, ne bir memuriyet, ne de bir işçilik… Hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen.
En iyisi eve gitmek, dertlerin içine ne kadar çabuk girilirse o kadar iyi.
Bu sefer de uyuşmayalım.
Hem sonra role daha da vermeli kendini.
Aslında fena bir rol değil hani, kaç yıl oldu saymayalı ilk kez baba bir rol kapıldı değerlendirmek gerek, iyice okunduğunda kişiliğe ters bir rol, tam isabet, zira ters roller en güzelidir daha bir içten oynanır daha bir dikkat verilir.
Bu rol yükseğe çıkaracak beni kesin, tüm yılların acısını çıkartacak.
Belki ödül falan da gelir.
Göz yok ödülde mödülde ama olsa da fena olmaz be!
Yılların içimden kopartıp aldıklarına nazire yaparım o zaman;
Oh! Çatla patla misali.
Galada kimler yokmuş ki, tüm duayenler gelecekmiş.
Ulan, bu yaşa geldim hala titrer dizlerim, durmaz derin nefesim ta ki perde açılıp o insan güruhuna kavuşuncaya değin, sonrası bitti gitti, ben başka biri olup çıkıveririm; tıpkı musluğu açıp işini görüp ve kapatıncaya değin, bu zaman içinde gürül gürül akar, kapanınca yine durulur yalnızlığıma dönerim.
Ben yine ben olurum kimseler bilmeden.

Eve gelmişim bile, anahtarı bulmalı şimdi, hangi cehenneme soktuysam.
Bugün bir değişiklik yapmıştım sahi, arka cebime koymuştum,.
Evet, burada işte
Ya sahnede “trak” geliverirse?
Ya bir buz kalıbı gibi kalırsam unutursam repliğimi, karşımdaki oyuncu da anlamazsa?
Eyvah! Neler olur o zaman?
Kırk yılda bir sefer şans geldi onu da tepersem yuh olsun bana.
Unutmam canım, bu zamana kadar böyle bir şey oldu mu ki?
Oldu elbet ama hiç renk vermedim üstesinden gelebildim, yine öyle olur. Unutmalı bu düşünceleri, sanki yeniyetmeyim…
Hay Allah!
Kaç kere kilitledimdi bu kapıyı?
Aman bendeki de lâf, ardına kadar açık olsa ne yazar?
Ne var ki içeride, hani biri girse, üç beş bir şeyler o atar masaya sonra da hemen gider.
Oh! İnsanın evi gibi yok, yok ama bu sorunlar ne zaman bitecek?
Ne zaman fatura kutusuna bakarken korkmayacağım?
Odun kömür de almalı kış geldi bile, donmayalım soğuktan, hoş zaten bizim gibiler ya donarak ya da açlıktan ölürler, günün birinde evden bir koku yayılır, haber verir konu komşu ve belediye gelir, nihayetinde kokmuş cesedini kimsesizler mezarlığına atıverirler.
İşte, bu kadar basit…
Ne olursa olsun şu oyunda aklım, ezber bitti, bu gece de şöyle bir cila çekerim, eyvallah, al sana oyunun bir karakteri çıktı ortaya.
Aslında masa başında iyi çalıştım, iyi tahlil ettim karakteri.
Sonra iyi ki varsın boy aynam, sen olmasan ben ne yapardım, nasıl görürdüm mimiklerimi jestlerimi.
Bakalım diğer oyuncular nasıl gelecekler yarınki provaya?..
Oo! Saate bak yarın değil bugün olmuş çoktan, bense hâlâ oyunla beraberim, şimdi bir de rüyamda gördüm mü tamamdır…
Pijamaların da hepsi kirlenmiş, nasıl da unuttum yıkamayı.
Ne yapalım çekeceğiz cezamızı yatarım donla olur biter, kim görecek ki.
Bir iki lokma bir şey atıştırayım yatmadan, huyum kurusun çenem hiç durmaz mutlaka bir şeyler yemeliyim yatmak üzereyken.
Dolaba bakmalı.
Hiçbir şey kalmamış, olsun para gelecek nasıl olsa oyundan sonra, o zaman doldururum dolabı ağzına kadar.
Eh, madem bir şey yok yatmalı, yarına Allah kerim der eskiler; tıpkı öyle, yeni gün neler getirip neler götürmez ki?
Saati kurmalı, erken kalkmalı ve dışarıdan bir simit yeter kahvaltı için, sonraya bakarız artık.
Hadi Allah rahatlık vere.
...
Tak tak tak!
—Ses yok Amirim, kapıyı kıralım mı? Çok kötü bir koku geliyor içeriden?
—Kırın bakalım.
—Emredersiniz amirim!..

tak tak tak…umut... orada mısın?..

e.
2009 sonbahar

15 Ekim 2009 Perşembe

Bir tek sen unutma beni…
Kim unutursa unutsun bir tek sen unutma beni.
Gün gelecek herkes teneke çalacak ardımdan.
Belki, bir işe yaramamıştı,
Ne istediğini bilmiyordu diyecekler.
Belki, bir belediye gömecek beni kimsesizler mezarlığına.
Olsun.
Yine de sen unutma beni…
Kimseleri sevemedim anamdan gayrı,
Derken
Sen çıktın bir gün karşıma.
Seni sevdim anama çaktırmadan,
Hayata meydan okurcasına
ve
İmkânsızlığa diklenircesine.
Seninle paylaştım,
Seninle bencilleştim,
Seninle seviştim.
Hayal de olsa tüm bunlar,
Ben seni gerçekte çok sevdim.
İşte, bu yüzden;
Kim unutursa unutsun,
Bir tek sen unutma beni...

e.
2009 sonbahar

14 Ekim 2009 Çarşamba

Bir çocuk annesinin elinden tutmuş,
sıkı sıkı…
Aslında anacığı tutmuş
sıkı sıkı…
Kızıl mı kızıl saçları,
kısacık kesilmiş.
Küçücük kolları var.
Bacakları çelimsiz.
Annesinin elini bırakıyor bir an,
sendeler gibi oluyor.
Nedir, duruyor ayakta yine de.
Arkadaşı Ahmet, Mehmet oluyor o an.
Onlar gibi özgür.
Onlar gibi şen.
Titriyor o küçük elleri,
çelimsiz bacakları yorgun.
Olsun,
önce sağ sonra sol.
Bak, yürüdü işte.
Önüne plastik bir top geliyor.
Nasıl vuruyordu Ahmet?
Sadece düşlüyor şimdilik, yüzündeki azim pırıltısıyla…
Sonra, Mehmet bir koşu geçiveriyor önünden.
Sendeliyor, ne var ki düşmüyor.
Gülümsüyor burukça geçip gidene, şimdilik…
Anacığı geliyor hemen yanına,
uzatıyor elini.
Tutmak istemiyor çocuk,
mücadelesi ayakta kalmak tek başına…
Ana yüreği,
yapışıyor her şeye rağmen o küçük koluna,
sıkı sıkı…
Adamın birine tosluyorum,
çocuğa bakarken.
Düşüyorum paldır küldür!
Çocuk bana bakıyor,
gülüyor halime.
Ben de gülüyorum ve seviniyorum,
mutluyum.
O galip geldi diye…

Fındıkzade’deki küçüğe…

e.
2009 bahar

13 Ekim 2009 Salı

“Seninle yaşamak için geldim” dediğinde
mıhlandım Arnavut kaldırımına
Kulaklarım sağır, dilim lal oldu
Köpük gözlerine vuruldum
Aşkına kapılıp kayboldum
Yolumu, izimi kaybettim ben
Kalp sözlüğüne yeni yeni kelimeler eklenir oldu
Hepsinin başında
Hep sen
Hep sen
Yine sen…

e.
2009 sonbahar

12 Ekim 2009 Pazartesi

Bu aralar
Sigaramı rüzgâr içiyor
Üstelik Filtresiz
Gözyaşlarımı rakı niyetine yudumluyor
Üstelik Mezesiz
Dalgaların sesi ise melodik gelmiyor kulağa
Üstelik Köpüksüz
Çakıllar gündüzleri parlamıyor
Geceleri elmas olmuyor
Üzerinde sevişmeler de tatlı bir hayalden öteye gitmiyor artık
Of!
Yüreğime ne çok ara yüklenmiş
Peki ya
Sen neredesin?...

e.
2009 sonbahar

10 Ekim 2009 Cumartesi

Her gece yastığa başımı koyduğumda
Gelir yerleşirsin özlem yanıma
Gönül esip gürler aniden
Asileşir
Yakmak ister tüm gemileri
Yıkası gelir tüm limanları
Koşarcasına yanına gelmek için
Koca engelleri düz edip
Yolları tozu dumana kattığında…
İşte o an
Kalbim düşer geceye
Ümidin mihmandarlığında…

e.
2009 sonbahar

9 Ekim 2009 Cuma

Yarın elimde bavulum, çıkacağım evden
Yolumu senin tarafa düşüreceğim ister istemez
Ümidim, evde olmandır
Telefon falan etmek istemiyorum
Şimdi kendini mecbur hissedersin falan
Lüzumu yok
Acı bir kahveni içmeyeli çok oldu, çok
Eh, kahven yoksa bir bardak su da yeter
Maksadın ilki seni görmek, diğeri kısa bir veda
Kısa ama keskin
Aslına bakarsan sessiz sedasız gidecektim
Ne gerek var şimdi vedaya
Adı üzerinde; veda
Yolculuğun geriye dönüşü olmayanından
Bir gittin mi pir olanından

Gece pencerem açık, yatağımda yatarken
Ellerim başımın arkasında kenetli
Gözlerim tavana dikili
Sana veda etmiştim bile
Ama ne olduysa o açık pencereden oldu
Dışarıdan gelen tekdüze ancak ritmik melodi
Çocukluk yıllarımın sessizlik şarkısı
Bağ bostan’ın şen şakrak türkücüleri
Yeşil katili beton yığınları arasından inadına gelen bu ses
Hâlâ hayatın kocaman bir yanının taze olduğunu haykırır gibiydi
Cırcır böcekleri…
Beni adeta aldı götürdü
Veda ve cırcır böcekleri
Hemen bir bütün oluverdiler
O an dedim ki;
Tamamdır, yarın sendeyim
Eğer bir “eyvallah” demeden gitseydim
Hep aklımda olacaktın
Hep bir düğüm takılacaktı elime ömür boyu
Cırcır böceklerinin her türküsünde sen olacaktın yüreğimde
Her açık pencere seni bekleyecekti
Yatağımda ellerim başımın ardına kenetlendiğinde
Uyuyamayacaktım sensizlikten
Çünkü aklım ve kalbim hep o güne takılacaktı
Veda gününe

Gözlerim kapanmak üzere
İçimde tatlı bir huzur
Gönlümde hafif esintili aşkın
Pencerem hâlâ açık
Cırcır türküsü ise aynı hızla devam ediyor
Kararlıyım,
Aramadan geleceğim kapına elimde bavulla
Sırtımda kırçıllı gömleğim
Altımda eskimiş kot
Yüzümde on günlük sakal
Bir de kara güneş gözlüğü
Sakal işin bahanesi
Gözlük daha da beter bahane
Hüzün anlaşılsın istemem
Olur da gözler yaşarır
Yüzüm düşer
Mesele saklanmak
Evdeysen
İsterim ki dilinde mavi sevda türküsüyle karşıla beni
Kapının ardında ben olduğumu bilmeden
Her zamanki gibi sadece gözlerime bak
Her zamanki gibi beni ben olduğum için kucakla
Her zamanki gibi öp, tutkuyla
Bavulumu görme
Görüp de soru sorma
Hatta hiç konuşma
Kısa olsun veda
Yürek burkulmadan
Burun direği sızlamadan
Kahveye de gerek yok
Şöyle kapıdan görsem yeter
Bakma sakın yüzüme sitemkârca
Bende yok kabahat
Belki inanmayacaksın
Tek suçlu cırcır böcekleri
Diyeceğim ama
Ya inanmazsan?...

dur kapatma kapıyı… biliyordum inanmayacağını…

e.
2009 sonbahar

8 Ekim 2009 Perşembe

Gece olduğunda kendimle olma vakti gelir.
Dört duvar büyük bir ayinle bana hazırlanır.
Gönlümü hoş tutmak istercesine,
nazik davranmaya özen gösterircesine tüm sevimliliğini takınır.
Bense sunakta beklerim.

Oysa sahtedir tüm bunlar,
kandırmacadır.
Sadece kendini düşünür gece,
kendi yalnız kalmak istemediğindendir bu göz boyamacılık.
Çaktırmadan, kaşla göz arasında sana yükler bütün vebali.
Kıs kıs güler senin bu hallerine, ardından teneke çalar.
Bir gece anan gelir hatırına,
bakarsın duvardaki fotoğrafına ve içlenirsin,
hem de durup dururken.
Başka gece ihanet sahipleri,
Diğer gece, eti kemiğinden sıyrılmış dostlar…
Sonra,
Sonra, yazıya vurursun kendini.
Benliğin kaybolmuşçasına hoyratça basarsın klavyenin tuşlarına.
Ne beynini düşünürsün,
ne belindeki amansız ağrıları
ne de parmaklarındaki kasılmaları.
Yazdıkça daha çok yazarsın,
hiç bitmeyecekmiş gibi.
Hüzünlüdür yazdığın her kelime,
Melankoli yumağıdır her bir öykün,
Ağlar tüm cümleler.
Noktalar ve virgüller küser birbirine.
Tam bir keşmekeş…
Hiçbiri dindirmez yüreğindeki burukluğu, çaresizliği.
Habire geceyle halvet olursun.
Ruhun ve gönlün uyuşmuş bir şekilde yaşamaya çalışırsın.
ve
Ayin başlar
ve
Sen sunakta Beklersin
Beklersi…
Beklers…
Bekler…
Bekle…
Bekl…
Bek…
Be…
B…
………….

çok ama çok beklersin…

e.
2009 sonbahar

7 Ekim 2009 Çarşamba

Keder, hüzün ve coşku,
Biraz rakı, biraz peynir, biraz da kavun,
Oldu mu sana gönül köşkü.
Dumanı tütüyor, çorbası kaynıyor yuvanın,
Hele bir de tatlı muhabbet,
Oldu mu sana dünyada cennet mekân…

e.
2009 sonbahar

6 Ekim 2009 Salı

Miskin bir günümdeyim.
İşlerim erken bitti bugün.
Eve gidesim yok zira evde başkaları var.
Oldum olası sevemedim evimde insanımdan başkası olmasını.
İster akrabam olsun, ister dostum, havamda değilsem istemem evime gelmelerini. Batar bana.
Ben o gün yalnızlığı seçmişimdir kendimce.
Planlar bozulunca ben de bozulurum.
Ne kadar da kötü bir durum…
İşte böyle bir gün ve eve gelenler bana yine batmalarda.
Eve gidesim yok.
İçim hassas bir kaç zamandır.
Böyle durumlarda korumasızım sanki.
Sanki bir şeye ihtiyaç duyar olurum.
Mesela bir insana…
Bu insan başka bir şey olmalı.
Ne bileyim tecrübeli, ne dediğini bilen.
Bana, yolun şudur daha dikkatli yürü diyen.
Kafamda bu sorularla yürümelerdeyken birden aklıma biri geliveriyor.
Babam...
Hayatta kalan tek çınar ve bana yol gösterecek insan.
Oysa yıllarca ne o beni anlayabilmişti ne de ben onu.
Her ne kadar duygularını gösteremeyip etraftan ve benden duygusuz damgasını yemiş olsa da galiba yıllar onu tanımam için adeta bana ders vermelerde.
Yaşım ilerleyip orta yaşa sıkı sıkıya tutunduğum bu yıllarda babamın bana neler demek istediğini ve isteyeceğini daha başka bir gözle görmelerdeyim.
Bazen kafamın içi dolup benden daha hızlı ilerlediği zamanlarda ve benim onu yakalamak istediğimde yakın dostum rakıyla haşır neşir olup kendimden geçtiğimde babama koşasım gelir.
Ne bileyim, geçen boş yılların hesabını sormak için belki.
Belki de neden kendini her şeye feda ettiğinin hesabını sormak için.
Belki de tek tutunacağım çınar olarak onu gördüğümdendir.
Telefona sarılıyorum. Yolda yürüyor ve bir yandan numarasını çevirmek için çırpınıyorum. Çırpınıyorum zira numarasını unutmuşum.
Yuh be! İnsan telefon hafızasına alır...
Unutulur mu yahu?
Aklıma geliyor, kaçmadan hemen tuşluyorum.
Elli kere çalıyor “bip” sesi.
Eh be baba! Aç artık şu telefonu. Kesin nereden geliyor bu ses diye aranıyordur etrafta.
Hah açtı şükür.
“Baba nasılsın geç açtın telefonunu müsait değil misin?”
“Müsaidim tam ders anlatıyordum nereden geliyor bu ses dedim, meğer benim telefonummuş.”
“!”
“Baba, evde akrabalar var, akşama kadar senin eve gidebilir miyim? Uyurum falan.”
“Tabi gidebilirsin, evin anahtarı var değil mi sende?”
“Evet var.”
“Oldu, o halde ben de bir iki saat sonra gelirim. Bak masanın üzerinde meyve kuruyemiş var, ye onlardan.”
“Tamam baba canım isterse atıştırırım. Eyvallah”
“Eyvallah”
Seviniyorum.
En azından kafa bulanınca sakinleşmek için sakin bir kapının varlığı huzurlu hissetmemi sağlıyor anlık olsa da.
Çocukluğum geçtiği mahalleye geliyorum…
O an dönesim geliyor geriye.
Çok mutlu geçen çocukluğum ve ona eşlik eden mahalle yüzümde patlayan bir tokat gibi geliyor.
Geçmişte yaşanan mutluluk ve sevgiler bir zaman gelip senin bugünkü mutsuzluğunla çakıştığında yüreğini kanatıveriyor.
Sokak kapısı önündeyim…
Hani arkadaşlarımla ay çekirdeklerini büyük bir iştahla çıtladığımız mermer eşik.
Hâlâ aynı.
Biraz aşağı mı çökmüş ne?
Yok canım, şimdiki boyumla o zamanki boy bir mi?

Ya en üst kata büyük bir süratle çıktığım merdiven sürüsü?
Tam beş kat.
Vay anam vay… Nasıl da çıkıyormuşum, arı gibi.
Bu merdivenler de daralmış mı, yoksa bana mı öyle geliyor?
Nihayet daire kapısının önündeyim.
Kapıyı hızlıca açıyorum, bir an evvel atmak istiyorum kendimi içeri.
Hâlbuki bir zamanlar zile basmak ne kadar da keyif vericiydi anahtarım elimde olduğu halde. Bilirdim evde bir ruh, bir soluk olduğunu ve kapının ikinci defa zile basmadan ardına kadar güler bir yüzle açılacağını.
Şimdi bu ev, ruhu olmayıp soluğu yarım olsa da rahatlamak için ideal bir korunak gibi.
Kokusunu içime çekiyorum evin
ayakkabılarımı ayakkabılığa yerleştirirken.
Hayır, kesinlikle hayır, o koku da kalmamış. Bu kez yanılmıyorum.
Ceketimi, terden sırılsıklam olmuş gömleğimi ve pantolonumu çıkarıyorum etrafa bakarak.
Fanilamı çıkartıp arka odaya doğru gidiyorum
Babamın bir fanilasını üzerime almak için yatak odasındayım.
Aynı karyola duruyor.
Anne ve babamın karyolası…
Şimdilerde buzdan bir yatak sanki
Hiçbir özelliği kalmamış.
Otel odasından farksız bir yatak odası…
Yat ve sabah olunca olanca hızınla terk et.
Yalnız; babam bir değişiklik yapmış, inanılmaz bir tertip içinde toplamış yatağı. Hatta üzerine yatak örtüsü bile örtmüş. Sanki yıllara meydan okurcasına ve ben daha ölmedim hâlâ yaşıyor ve o günleri yaşatıyorum dercesine.
Eyvallah be baba, duygulandırdın beni, hiç tahmin etmezdim bunu.

Çocukluk ve gençliğimin ilk yıllarının geçtiği odama yöneliyorum…
Orada da ruh çoktan gitmiş yerinde yelleri bırakarak.
Ben geldiğim halde yeller yerinden kıpırdamıyor.
İş işten çoktan geçmiş.
Nefesimi daha bir derin çektim, o günlerin havası girecekmiş gibi ciğerlerime.
On beş, yirmi sene önce tam şurada ilk defa bir kızı öpmüştüm. İlk öpüşme ilk heyecan.
Ne kadar da tuhaf oldu içim, sanki yaşıyorum o güneşli yaz öğlenini. Yok, yok, vallahi ileri gitmemiştik. O zamanlar şimdiler gibi değildi elbet. Öpmek en güzel gençlik kaçamağıydı.
Yeterdi bu kadarı.

Küçük koridor mutfağa götürüyor beni…
Anamın mutfağı… Kutsal mabedi…
Bizi doyurmak için çırpındığı ve bir o kadar da inanılmaz lezzetlerin meydana geldiği vazgeçilmez durak.
Tahta dolap kapağının kapanırken ve açılırken mıknatısın çıkardığı “tak” sesi hala duyuluyor muydu acaba?
Deniyorum; açıyorum kapağı.
Evet, bu ses “tak”.
Hâlâ hoş geliyor kulağa.
Dolabın içindeki bardak düzeni yirmi sene öncesinin düzenini korumakta…
Çikletimi her zaman hepsi birer asker nizamı sıralanmış ve ters olarak kapaklanmış su bardaklardan önden ikinci sırasında bulunanın dibine yapıştırırdım.
Ne güzeldi…
Lavabonun olduğu setin renkli taşları hâlâ yerinde
Ama onlar da mahzunlar.
Anlaşılan onların da yüzüne bakan yok artık.

Sonra banyoya geçiyorum…
Anamın beni yıkarken bağırıp çağırdığım banyo.
Suyu öyle sıcak ayarlardı ki, maşrapa ile üzerime dökerken yer yerinden oynardı bağrışlarımla, sanki derim yüzülüyor gibi olurdu.
O bağırışlar yankılanıyor fayanslardan. Duyar gibiyim.
Şimdilerde babamın atölyeyi andıran evindeki bir ambara dönüşmüş.
Hoşuma gitmedi elbet.

Ah! Tuvalet…
Nasıl unuturum alaturka tuvaletimi.
Tüm çocukluk ve gençliğimin alaturkası…
Öldür Allah alafrangayı kullanamazdım, ta ki büyüyünceye değin.
İnsan buna da alışıyormuş meğer.

Ve salon…
Çocukluğumda bir baştan bir başa koşarken nefes nefese kaldığım fazla büyük olmayan salon.
O zamanlar yeni çıkmış olan duvardan duvara halıyı kaplattığımız salon.
Bana piyasaya yeni çıkmış olan düldül bisikletimin alınması ve halıları boydan boya tekerlek izi içinde bırakmam, fakat azar işitmediğim salon.
Babamın işi gereği evde fazlaca bulunan mukavvalarla her yana yayılıp oynadığım salon.
Ailece yemekler yediğimiz salon.
Ve anacığımı sonsuzluğa uğurladığım salon...
İçinde bu kadar fazla şey barındıran ve şimdilerde bir o kadar küsmüş ruhunu kaybetmiş salonuma bakıyorum kesif bir hüzünle…

Ne kadar bakarsam bakayım barışmayacak bu ihtiyar daire benimle her ne kadar kırgın olmasak da.
Ama yine de güzel dertleştik bugün.
Kâh ağladık, kâh güldük.
Şöyle, bir devr-i âlem yapıverdik sessizce.
Kim olursa olsun böyle parlatmaları yapmalı bazen.
Kendine ayırmalı hüznün kaymağını.
Geçmişi keyiflice anmalı.
Konuşmalı kendi kendine.
Deli derlermiş.
Desinler.
Her zaman delirmiyoruz ya, bir gün de sen deli ol ne olur?

Ne kadar ihtiyacım varmış hafızamı parlatıp ağlayıp gülmeye...
Demek babama ihtiyacım olduğu kadar yaşadığı yere de ihtiyaç duyuyormuşum.
Hatta bu asırlık ev tüm miskinliğimi aldı bile.
Eyvallah ihtiyar.
“Din dong”
Kapı çalıyor.
Babamdır herhalde.
O da kapının açılmasını istiyor bir ruh ve güler yüzle.
Anahtarını kullanmıyor…

hüzünler asla ihtiyarlamıyor…

e.
2009 sonbahar

5 Ekim 2009 Pazartesi

Hüzünlü yüzler
Ağlamaklı gözler
Kalbin dayanamadığı anlar...
Alınan bir haber
Kötü, çirkin
iyi, güzel
ve
Gözlerde beliren yaşlar...
Ağlamaklı olur o güzelim yüzler
Kimi hüngür hüngür
kimi içli içli
Hıçkırıklar boğazda düğümlenircesine keskin…
Mavi bir göz, su buğusuna dönüşür aniden
Parlasa da fark edilmez
Yeşil de öyle, kahve de, kara da
Fark edilmez
Sadece gözyaşı rengi hâkim olur gözlerde
Bilinmeyen
dile gelmeyen bir renk...
Gönül yarasında
kara kara akar
Hasrette
gri gri
Küskünlükte
limoni
Kavuşmada
ak ak
Vuslatta ise
deniz mavisi…
Böyle olur gözyaşının rengi
Böyle akar yaşlar gözlerden
Böyle ağlamaklı olur yüzler
Akabinde
Temiz bir mendil
Biraz ıslanan yanak
ve
Hayli gönül yorgunluğu
O kadar...

yürek yağmurudur gözyaşı... temizliktir...

e.
2009 sonbahar

4 Ekim 2009 Pazar

Sonsuz bir yolculuğun mahkûmudur kaçanla kovalayan
Kim haklı
Kim haksız
Bilinmez
Kaçana sorarsan
Ya aşkın tanımsızlığından dem vurur
Ya da sevginin anlamsızlığından
Ya bir yürekte çok sevgiyi barındırır
Ya da hayat bez bebek gibidir
oynar ve sıkılınca fırlatıp atar bir köşeye…
Kovalayana sorarsan
Aşk sevginin kökleridir
Sevgi kutsiyetinin temelini atar aşk
Bir yürek ömrün sonuna kadar tek bir yürekle atar
Tek nefes, tek hayat, tek rüyadır sevgi
Oyun değildir, asla
Yürek işidir aşk
İnsan işidir...
Kısacası
Kaçan kovalanacaktır sonsuza kadar
Bitmeyecektir bu cebelleşme
Ta ki aşk, tek yürekte atmasını öğrenene kadar...

kaçan karakış bulutu… kovalayan baharın gurup vakti…

e.
2009 sonbahar

3 Ekim 2009 Cumartesi

Saçlarıma düşen akların vebali
Kalbimdeki koca sevginin katili
Tüm ihanet ve zalimliğin mimarı
senken
Seni düşünmenin bir âlemi yok gülüm...
Bak
Uykusuzluğa diklenen
Kahve
Anıları tatlandıran
Şarkılar
Sevdamı küllendiren
Şiirler
Bir de bunların kaymağı gece varken
Seni beklemenin bir âlemi yok be gülüm
Yok…

e.
2009 sonbahar

1 Ekim 2009 Perşembe

Bir telvin halindeyim
Halindeyim ama
Olamıyorum
Kapının önünde dikilmiş duruyorum
Kâh içi geçmiş, kâh kazık gibi
Oysa eşiğe kadar gelmişken
Kapı aralığından ışığı görmüşken
Varlığımı çomaklamışken
Neden bu atalet
Neden bu korku
Hâlbuki arınmanın verdiği hazzı
iliklerime kadar hissediyorum
Bedenden vazgeçmişim
Ruhu azgın bir yabani at misali
ehlileştirmenin emeklemelerindeyim
Med-cezirler her an içimde
Bir gün karaysam, öte gün ak
Bir gün keman diğer gün gırnata
Ruhum yalnızlığa vurgun
Ben gemi çektikçe
o bir daldan ötekine koşmak için can atıyor
Günle gece birbirini tamamlamak için çırpınıyor
Kalbim yerinden çıkacak sanki
Aynaya koşuyorum
Aynadaki ben ben değilim
Hiç olmadım ki zaten
Korktu o ben hep
Suretimden korktu
Korktu dışarı çıkmaya
Esasen gerçek oydu
Beni ben yapan ruh…

Bir mağaraya girmiş ruhum
ebedi bir erbain yaşamak üzere
Bense hâlâ telvin olmak için yanıp tutuşuyorum
Ah, ne ahmaklık
Yıllardır yuvarlanırken bu acun’da
Bedenim esir almış ruhumu her adımımda
Aymak gerek, aymak
Kapının önündeyim işte
Bedeni bir kenara atma vaktidir vakit
Hızlı bir titreyiş
Kalbe dolan huzur
ve
Kapıya yöneliş
Kimseler bilmeden, görmeden
Kendinle tanışmak
Sonsuz bir tanış
Sonsuz bir farkındalık
Tanrıya olan sonsuz yakınlık
ve
Gerçek vuslata varış…

boyanmak… arınmak… arınmak… arınmak…

e.
2009 sonbahar

29 Eylül 2009 Salı

Bugün
Bu gece
Bu saat
Zamanı durdurdum
Her zamanki sen dolu düşünceleri
beynimde ve kalbimde yaşarken
aniden zamanı durdurasım geldi
Biliyorum ki inanmazsın şimdi bana
Ama billahi öyle
Durdurdum zamanı
O an nasıl geçiyorsan hafızamdan
öylece kaldın
Geceyle gündüz karıştı
Rüzgâr sustu
Yağmur dindi
Yıldızlar birleşti
Ay denize indi
Tüm nefesler sustu
Gözyaşı pınarda kaldı
Kahkaha dudağa takıldı
Sözler bitti
ve
Yalnızca gönül sesi işitildi
Nasıl geçiyorsan aklımdan
Nasıl yer ettiysen kalbimde
Dünya durdu
Sevdama reverans etti…
Keşke uyumuyor olsan
Olsan da
Sen de ortak olsan sevdama
Bir daha olur mu bilmem
Bilemem…
Ben
Bir tek senin için
Bugün
Bu gece
Bu saat
Zamanı durdurdum…

ah, zamansız zamanlar… ah…

e.
2009 sonbahar

28 Eylül 2009 Pazartesi

En iyisi gitme sen.
Ben giderim senin yerine,
Nereye istersen.
Yeter ki sen gitme…

Şöyle konuşmuştuk daha ilk baştan, hatırlarsan;
Senin başın ağrıdığında ben alacaktım ağrıların tümünü,
Sen düştüğünde dizlerin zedelenmeyecekti, benim kanayacaktı dizlerim,
Hiç ağlamayacaktın, ben ağlayacaktım tüm hüzünlere,
Güldüğünde ben hiçbir şey yapmayacak sadece seni seyredecek ve mutlu olacaktım,
Sen hiç ama hiç hastalanmayacak, hiçbir kötülük sana yaklaşamayacaktı,
Ben onları çoktan üzerime almış olacaktım çünkü.

Gün gelecek bu hayattan gitme vakti gelecek.
Her gece sen koynumdayken ettiğim dua aklıma gelecek ve daha fazla yalvaracağım tanrıya;
“Ne olur ilk önce beni al yanına. Ona ben hayattayken dokunma ne olur”
Beni dinleyecek eminim.
Ölüm de benimdir,
Sana hiç gelmeyecek ben hayattayken, sakın korkma.
Ne demiştim?
“En iyisi gitme sen
Ben giderim senin yerine...”

gitmek... ne kadar onurluca…

e.
2009 sonbahar

27 Eylül 2009 Pazar

Geç olmadı ya
Geldim.
Çok mu özledin beni?...
Sevdalarıma sevda kattım da geldim.
Hüzünlerime yeni hüzünler ekledim.
Ruhumun kafesini açtım.
Gözlerimi kapatıp tüm dünyamı değiştirdim baştan aşağı.
Kalbimde ne kadar özlem varsa hepsini rafa kaldırdım.
Ömrümden ömürleri sildim attım.
Geceleri yıldızlarla aya bağlandım.
Özgürlüğe, başıboşluğa vuruldum.
Denizlere âşık oldum;
İnadına berduş, inadına hırçınlığına sığındım.
Yosunların adeta kafa tutarcasına kayalara sarılmasını gördüm
ve
Azmi kazıdım benliğime.
Güneş sıyrıldı bulutların arasından
ve
Aşkı sildim yüreğimden...
Bakma nefes nefese olduğuma, geçer şimdi.
Hadi, al şimdi beni kollarına,
Sar, sımsıkı.
Geldim Yalnızlığım.
Geldim.
Geç olmadı ya...

yalnızlığıma...

e.
2009 sonbahar

26 Eylül 2009 Cumartesi

Bugün bir kadının yanındaydım.
Sıcak, sımsıcaktı.
Ne tuhaf;
Seni hatırlatmamıştı bana.
Başka bakıyor, başka konuşuyor hatta başka gülüyordu.
Kokusu da kendine özeldi. Yakışmıştı.
Bana ilk baktığında içime dokunmuştu sanki.
İçim titredi.
Ege’nin maviden turkuaza dönmüş sularını andıran yeşil gözleri sığınacak bir liman arar gibiydi.
Kendimi o turkuvaza bırakmaya karar verdim ya da bırakmam gerektiğine inanmak istedim.
Onun kalbini duymaya çalıştım.
“Tik tak” değildi seninki gibi, güm güm atıyordu.
Başka bir heyecanla…
Çok özlemiş seven birini; ona sarılmayı, dokunulmayı, canım denmeyi.
Genişçe alnındaki hafif pembeleşme, kulaklarına oradan da dudaklarına doğru yerleşmeye başlamıştı.
Kolları vücudunun iki yanına sarkmış, gelecek sıcak kollar ile sarılmayı bekliyordu.
Daha fazla dayanamadı. Yanıma sokuldu.
Hâlâ ürkekliğini üzerinden atamamıştı, yine de son bir çırpınışla boynuma sarıldı.
Karşılık vermemek için direnmeli miydim? Bilemiyorum.
Hareketsizdim.
İşte o anda,
Dudağıma sıcak bir öpücük geliyor.
İrkiliyorum.
O kadın hemen geri çekiliyor, büyük bir hata yapmışçasına ve bin pişmanlıkla.
Öylesine narin ki, öylesine aç ki sevgiye, öylesine ürkek ki.
Yine de toparlanıyor mahcubiyetle.
İnce ensesinden kavrıyor ve kendime doğru çekiyorum.
Öpüyorum.
Sımsıcacık kalbini yüreğimde hissediyorum.
Sokuluyor göğsüme, kıvrılıyor, kollarını boynuma doluyor, kısık kısık nefes alıp veriyor.
Turkuaz gözlerinden akan yaşlar, geçmişinde koptuğu limanı hatırlayınca kristalleşmeye başlıyor.
Daha sonra vazgeçiyor eski limandan ve yeni limana yanaşmanın verdiği güveni yanına alarak, kocaman bir huzurla kapanıyor o güzel gözler.
Öylece kalakalıyor kucağımda.
Tekrar bir düşünce alıyor tüm ruhumu. Hem de kısacık bir düşünce.
Sen ne zaman böyle bir huzur buldun ki?
Sen ne zaman böyle kadınım oldun ki?
Ne zaman?

senden nefret etmek istiyorum...

e.
2009 sonbahar

25 Eylül 2009 Cuma

Gizli bir ayrılıktı bizim aşkımız…
Tüm karmaşıklığa inat
Sade ve tek
Gönülde kopan fırtınalara inat
Sakin ve ürkek
Yaşanası muhtemel mutlu günlere rağmen
Umutsuz ve hüzünlü
Gizli de olsa
Ulaşılmaz da olsa
Tanrıya inat ben seni çok sevmiştim
Hem de çok…

affet beni Tanrım...

e.
2009 sonbahar

24 Eylül 2009 Perşembe

Gelme sakın...
Korkuyorum.
Gelip de sokulma ruhuma, kokunu salma burnuma.
Biliyorum ki alışacağım sana.
Yok, yok...
Tutulacağım yeniden aşkına.
Sonra bir bakmışım ki gitmelerdesin yine.
Belki sebepli, belki sebepsiz, ama gitmelerdesin.
Kalacağım bir başıma, tıpkı diğer dünler gibi.
Dünüm yok zaten.
Yine de gitmenle olmayan dünümü geri getireceksin,
ölmüşle olmuşa çare yok diyenleri utandırırcasına.
İçimdeki tarifsiz aşkımı uykusundan uyandıracaksın hoyratça.
Sen istedin ya gelmeyi, uyandırman kolay tabi.
Bana sormayacaksın bile, çünkü biliyorsun uyanmaya nasıl da can attığımı.
Ama...Yapma...
Korkuyorum.
Gelme sakın...
İncir ağacı alıştı sensizliğe.
Merdivenlerin kırkıncı basamağı.
Karşı camdan bakan Şükran abla.
Sana, koşarak geldiğim ve son durak olan o köşe.
Denizin köpürdüğü ve dalgalarını vurduğu taşlar da.
Zira taşa her vuruşunda hep aynı şey;
Sensizlik...
Geceler boyu yürüdüğümüz o Arnavut kaldırımları ise aynı;
biri üste biri altta, yine takılıyor ayaklarım her adımımda.
Her takılışında sen varsın yanımda.
Hatırlar mısın, ilk adımımda hep sendelerdim.
Hatta bir keresinde nasıl da yakalamıştın kolumdan, düşmemiştim.
Sarhoş olduğum gecelerde beni omuzlamana ne demeli.
Gıkın çıkmazdı, taşırdın.
Bilirdin sana olan aşkımı, yanımdayken bile nasıl da kıyamadığımı,
değil benden çok ama çok uzakken.
Ama...Yapma...
Korkuyorum.
Gelme sakın...
O gözlerin yine bakacak, yine yakacak her yanımı.
Unutacağım sensiz geçen o siyah günleri, sanki hiç yaşanmamış gibi.
Bununla yetinmeyecek, bir de saracaksın kollarınla beni.
Sıcaklığın alacak beni ele.
Yine yetinmeyeceksin, yakalandı ya beni.
Elini elime kilitleyecek ve sımsıkı tutacaksın, parmakların parmaklarıma dolanacak.
Elimden koluma doğru uzanan uyuşma, vücudumun tüm ilikleriyle dansa başlayacak.
Yüreğime geldiğinde ise tüm teslimiyetim sana olacak.
Biliyorsun bunları.
Ama...Yapma...
Korkuyorum.
Gelme sakın...
Hayallere ara vermiştim sensizken.
Nasıl hayal kurabilirdim ki?
Her zerresinde sen varken.
Yazılara beyaz mendil sallamıştım.
Nasıl sallamazdım ki?
Her noktadan sonra baş harf senken.
Virgüllere sığınmış aşkın bana bakarken.
Cümleleri kuramayıp, onlar beni kurarken…
Alıştım nasıl olsa bu hayata.
Sen hiç olmamışsın gibi davranmaya.
Güzelliğini düşünmüyorum.
Beni çok ama çok sevdiğini ise hiç aklıma getirmiyorum bile.
Çok iyi biliyorsun ki tüm bunları düşünürsem koşarım yanına.
Korkuyorum.
Gelme sakın...
Olur ya, yine gitmek istersin.
Bu sefer beni hiç ama hiç düşünmeyip;
“Sıkıldım, yorgunum, yılgınım”
Hatta;
“Sevmek istemiyorum artık seni” dersin belki de.
Belki;
“Yeni bir hayat beni bekliyor, sen eskidin” dersin
Ne bileyim;
Şu, bu, dersin.

Yapma,
Korkuyorum,
Gelme sakın…

sakın… sakın…

e.
2009 sonbahar

19 Eylül 2009 Cumartesi

Bir şarkı tutturmuşum
Hayata karşı
Ama hep aynı terane
Ben söylüyorum re’den
O çalıyor fa’dan
Ben peşrev istiyorum
O taksimden açıyor kapıyı
Tutturamıyoruz
Üst üste gelip de şakıyamıyoruz
Güzel ikili olamıyoruz bir türlü...
Belki o haklı
Hani, fa’dan girizgâh yapsam
Biraz sabırlı olup da taksimini beklesem
Nasıl olsa arkası peşrev
E, o zaman nerede kaldı benim şarkı
Güfteyi yazan ben
Besteyi yapan o
Hangimiz haklıyız
Hangimiz şaşkın
Peki,
Hangimiz üstadız.
...
Bir şarkı tutturmuşum
Hayata karşı
İnadına aynı terane
En güzeli bu
Sesin götürdüğü yere kadar...

sen şarkını söyle...

e.
2009 sonbahar

18 Eylül 2009 Cuma

Rüzgâr derin esiyor.
Tozu dumanı katıyor önüne, bakmıyor ardına.
Naçar, karışıyorum toz dumana ben de.
Ne şarkılar, ne de anılar avutuyor,
Rüzgâr hepsini toplamış eteklerine,
Savurdukça savuruyor.
Sesi sanki bir zalimin kahkahası;
Öylesine müstehzi,
Öylesine ürkütücü,
Kulaklarımda patlıyor.
Hatta bedenimi itiyor “düş önüme” der gibi.
Çaresiz ve takatsizim.
Savruluyor içim,
Gönlüm kırık.
Rüzgâr çok derin esiyor çok...
Gece bile bezdi karasından,
Sükût olmaktan.
Sabah ezanına haykırıyor,
Tan vakti için.
Sabaha yalvarıyor;
Güneşe ağlıyor, gelmesi için bir an evvel.
Gece kendinden vazgeçti bu gece.
Rüzgâr ise tanımıyor kimseyi,
Katıyor önüne her şeyi,
Acımaksızın.
Gece çaresiz,
Ben çaresiz,
Gel de suçla şimdi rüzgârı...

sığlardayım... rüzgâra ne ki...

e.
2009 sonbahar

17 Eylül 2009 Perşembe

Aşk nasıl yazılır?
Neresinden bakarsan bak üç harf ve tek hece
Dünyayı dar eden de, dünyalara dünya katan da bu hece
Yüreği sızım sızım sızlatan da, ılık rüzgârlar hissettiren de sadece bu üç harf
Her şeyin sahibi sanki
Tüm sokaklar onun
Tüm duraklar
Tüm pastaneler
Tüm parklar
Doğanın tüm ağaçları
Hatta bütün duvarlar da onun...
Velhasıl
Kim çekerse çeksin
Kim gülüp, kim ağlarsa ağlasın
Aşk insana yazılır
İnsan aşka değil
Aşk sevene yazılır
Terk edene değil…

bana aşkın resmini çizebilir misin...?

e.
2009 sonbahar

16 Eylül 2009 Çarşamba

İki kalp arasında asi nehir…
İki kalp çarpıntısının yeryüzündeki resmidir asi nehir.
Bir yakada kalp delice sevdalı,
Öte yakada inadına havalı.
Bir yakada hüznün bini bir para,
Öte yakada neşenin utanmaz dansı.
İki kalp arasında kayalıklar…
İki kalbin kararlığıdır dibindeki irili ufaklı kayalıklar.
Bir kayada alnı ak bir aşk,
Diğer kayada yüzü kuma gömülmüş aşk.
Bir kayada serseri, uslanmaz bir gönül,
Diğer kayada sinmiş, kırılmış bir gönül.
İki kalp arasında köpükler…
İki kalbin ömürce temiz kalmasının aynasıdır, köpükler.
Bir yakada ihanete boyun eğen yürek,
Öbür yakada ihanetin önsözünü yazan yürek.
Bir yakada gülümsemeyi kaybetmemiş ruh,
Öbür yakada gözyaşı çetesi kurmuş ruh.
İki kalp arasında asi nehir…
Bir yakada sevgili,
Diğer yakada zalim.
Bir yakada tavşan dağa küsmüş,
Diğer yakada dağın haberi olmamış.
Dağ heybetinden kaybetmemiş,
Mağrur duruşuyla selamlamış asi nehri.
Tavşan ise kaçmış kendinden sürekli,
Tövbe etmiş sevmeye, sevilmeye.
Sadece her gün su içmeye devam etmiş bir kenarından nehrin,
Doymamacasına...

kalp kalbe karşıdır... peki ya gönül gönüle...?

e.
2009 sonbahar

15 Eylül 2009 Salı

Bahçemdeki mor salkım küskün,
Çilek topraktan çıkmamak için direniyor.
Gül, gonca olma heyecanını yaşayamadı,
Açmadı bu mevsim.

Elimde maşrapa, penceremdeki saksıları suladım.
Begonvil de boynunu bükmüş,
Menekşe yapraklara boğulmuş, çiçeği yok.
Itır, kokusunu saklıyor aylardır.
Tek ümidim fesleğen ise dokunmamı istemiyor sanki
Dermansız.
Maşrapadaki su bile hüzünlü, dökülmek istemiyor toprağa...
Koltuğuma bırakıyorum kendimi bitkince.
Bir yandan aklım çiçeklere takılıyor, diğer yandan sana.
Biraz dalgın, biraz üzgün seni düşlüyorum.
Masanın üzerindeki paket hâlâ yerinde durur.
Son doğum gününde vereceğim armağanın.
Küçücük bir şeydi, sana lâyık olmayan cinsten.
Mesele sevgiyi katmaktı içine, büyük küçük ne önemi olabilirdi ki...
Her ne kadar ambalaj kâğıdı solsa da hâlâ orada durur,
Masanın üzerinde...
Ben o gün bayramlıklarımı giyinmiş, tüm çiçekler de açmış seni bekliyorduk.
Hatta açmakla kalmamışlar kokularını da tüm cömertlikleriyle salıyorlardı etrafa.
Güneş de tam yerindeydi,
Meltem ise rüzgâra fırsat vermeden efil efil esiyordu.
Ama ne var ki
Bir sen eksiktin...
Ve o eksiklik yapıştı kaldı bütün günlere.
Her geçen gün sensizlikle geçti gitti.
Hiçbir güne sığmadın, sığamadın.
Ne geceye, ne sabaha,
Ne yaza, ne kışa,
Ne yağmura, ne kara,
Senelere sığmadın.
Gelmedin...
Hadi benden geçtim.
Çiçeklere de mi acımadın?
Açmayan gül,
Küskün mor salkım,
Kokusuz ıtır,
Dermansız fesleğen,
Hele hele toprağa adeta yapışan ve çıkmak istemeyen çilek.
Hiç mi titretmedi yüreğini?
Sen onları çok severdin oysaki...

Desene
Ben senden vazgeçmişim,
Çiçekler küsmüş ne gam...

çiçekler de canlıdır...

e.
2009 sonbahar

14 Eylül 2009 Pazartesi

Aşkımı kullanılmaz hale getirmek için oturdum masaya.
Öyle yerle bir edeceğim ki sen dahi tanıyamayacaksın.
Rüzgarlar kıskanacak, ateşler yanmayacak bir daha.
Öylesine hızlı, öylesine yakıcı olacak bu yıkım.
Mesela;
Seni yazmayacağım artık.
Kalemi elime her alışımda, sen gelmeyeceksin aklıma.
Yazacağım kağıtlar beyaz olmayacak.
Çünkü saflığın geliyor aklıma.
Başka bir renk olacak.
Sarı,turuncu,krem, fark etmez.
Ama beyaz asla.
Seni düşünmeyeceğim artık.
Ne yatarken dualarımda olacaksın, ne uykularımda rüyam.
Ne de kalktığımda tutkum.
Yüzümü yıkayıp aynaya baktığımda bir yanım sen olmayacaksın.
Karanlıkta kalacak öte yanım.
Geceden bir kenara fırlattığım gömleğim sen kokmayacak artık.
Yürürken attığım her adım artık bana ait olacak.
Biri senindi ya,
Artık yok. Sadece benim.
Kafamı nereye çevirirsem çevireyim kimselere benzetmeyeceğim seni.
Ne senin gibi cana yakın, ne de güzel olacaklar.
Hele hele yanlarından geçerken sen kokmayacaklar hiç.
Gülümseyen bir kadın gördüğümde gelmeyeceksin aklıma.
Güldüğünde inci dişlerinin nasıl parıldadığını da unutacağım.
Gözlerinin karası hiç ama hiç aklımda olmayacak.
Çünkü onlardı beni sana çeken.
Hayali bile yeterdi esir etmeye. İyisi mi lafını dahi etmemeli.
Nerede uzun saçlı bir kadın görsem kaçacağım yanından hemen.
Çünkü saçlarını senin gibi savurmasından ve kokusunun beni hapsetmesinden korkarım.
Biriyle kucaklaşmak da yok artık.
Sen olacaksın çünkü kollarımda.
Başkasını düşünemem.
Şarkıların her notasında, sözlerinde sen vardın ya,
Artık olmayacaksın.
Bestesiz ve notasız olacak tüm şarkılar.
Bütün şarkıcılar susacak.
İçtiğim içkilerin çetelesini tutmayacağım artık.
O zamanlar sen vardın çünkü
İçtiğim her kadehin sahibiydin.
Şimdi sadece ben varım.
Sabah ezanlarını da dinlemek istemiyorum artık.
Dualarımda sen yoksun ki.
Nesini dinleyeyim.
Tanrıya boş yere yalvarmak olur mu?
Nasıl olsa gelmiyorsun.
Gelmeyeceksin…

başla duvar delinmez…

e.
2009 sonbahar

13 Eylül 2009 Pazar

Körkütük yaşıyorum hayatı
bir sağa bir sola yalpalayarak
Başım dönüyor
midem bulanıyor
Hatta çıkartıyorum tüm yuttuklarımı
Ne de güç hazmetmek geçmişi
Yaşanmışlıkları
Sonrasında nane limon kaynatıyorum
küçük bir cezvede
Limonu bol, nanesi karar
Sıcak sıcak içiyorum
Neden diye de soruyorum kendime bir yandan
Akşam yaklaşıyor çünkü
Körkütük olmaya ne kaldı şurada
Dünü bugüne bağlayan gecede
bir sağa bir sola savrulmuştum
Bakalım bu günü yarına bağlayan gecede
ne tarafa savrulacağım
Hatta nane limon kurtaracak mı bu kez
işte ondan hiç emin değilim
Daha bitmedi
Baş dönmeleri,
Mide bulantıları
İç buruntuları
Daha bitmedi geçmişle olan hesaplar
Hatasıyla sevabıyla…

e.
2009 sonbahar

12 Eylül 2009 Cumartesi

Sen uzaktayken korkuyorum
sensizlikten
yalnızlıktan
kendimden korkuyorum
Sanki gittiğin yerden bir daha gelmeyeceksin gibi
Gelmeyip beni sensizlikle boğacakmışsın gibi
Yalnızlıkla perişan edip
kendimle baş başa bırakacakmışsın gibi
Çaresiz ve bir o kadar ümitsiz
Bencillik belki bu korku
Öyle görünüyor belki karşıdan
Ama öyle değil
Göründüğü gibi hiç değil
Tüm korkularım gönlümedir esasen
Gün gelir de yanımdayken kaybolursan
Kalbin başka sevgilere kanarsa
ve
Sen bu sevgilere dalıp gidersen
İşte o zaman
ben kendimden korkarım
Çünkü sen yoksan eğer…

ben de yokum…

e.
2009 sonbahar
Seninle dargınlığımızın kaçıncı günü?
Hatırlamak istemediğim günler sürüsü kadar gün…
Acaba sene oldu mu yüzünü görmeyeli?
Olmasını istemediğim sene kadar sene…
Bunca zaman sevgin hâlâ sıcak mı yüreğimde?
Dokunmak istesen de, dokunamayacağın kadar sıcak…
Sensizlik bir hiç mi?
Tahminlerin ötesinde bir hiçlik…
Yanına gelmek, sarılmak, koklamak mümkün mü peki?
Sarılmanın, koklamanın ötesinde uçurumlar kadar imkânsız…
Bu aşkta da tüm aşklar gibi özlem ve ayrılık iç içe mi?
Tüm özlem ve ayrılıklardan daha da iç içe…
Peki, sensizlik bitecek mi?
Tüm sensizlikler koynunda…
???

ayrılıklar biter mi hiç…

e.
2009 sonbahar

11 Eylül 2009 Cuma

Her ne kadar kederden başka verdiği bir şey yoksa da gönüle,
yine de başı dik olmalı vedaların
Nasıl bir an bile düşünmeden “seni seviyorum” çıkıyorsa dilden
“Artık sevmiyorum” da çıkabilmeli bir çırpıda
Karşındakine vereceğin acının büyüklüğüne aldırmadan
gidebilmeli insan
Bir anda olmalı vedalar
Lafı dolandırmadan
Yalansız
Hilesiz
Yüreklice
Pat diye...

e
2009 yaz

10 Eylül 2009 Perşembe

İçimde kemanlar sustu,
Şarkılar bitti…
Her gün bir haber temennisi,
Bir sevda esintisi ummaktan,
Uzun yolların kısalmasını beklemekten,
Yılgınım.
Senede bir yanında olmayı özledim ben
Kâh koynunda,
Kâh karşında.
İster koynunda deli gibi bir sevişmek,
İster karşında soluksuz kalmak,
Yalnız ve yalnız gözlerinle olmak…
Yokluğuna mahkûm kalbime sen gereksin.
Duyuyor musun?
Susmuş kemanlara,
Bitmiş şarkılara,
Bitip tükenmez kaçışlarına,
Olur olmaz estirdiğin rüzgârına karşın,
Sen gereksin bana…
Bahar bitti,
Yaz gitti,
Ömür ise
Bir tek “sen” diye inledi yitip giderken.
Her gün,
Her an…
Ne var ki
Senede bir gün bile gelmedin;
Susturdun kemanları,
Bıkıp uslanmayan umudu,
Koyuya çalan özlemi,
Sen
İçimdeki mavi şarkıları bitirdin…

e.
2009 sonbahar

9 Eylül 2009 Çarşamba

Bu geceyi kendime ayırdım.
En kara, en sakin ve en hüzünlü kısmından.
Hatta en umutlu ve coşkulu kısmını da ayırdım.
Kendimi özel hissetmek istedim bu gece.
Tereyağlı pilav olmak istedim meselâ.
Dalında bir elma,
Topraktan fışkıran başak,
Denizin iyodu olmak istedim.
Var olan üç-beş umudu koynumda saklamak istedim bu gece...
Şu umut dedikleri öyle ince bir şey ki.
Ne rüzgâr istiyor uçup gitmesi için, ne de bir nefes.
Bir bakmışsın ki yerinde yok.
Bu yüzden gönlümden kaleme akan cümlelerle beraber umudum da yanı başımda bu gece.
Sıkı sıkı sarıldım ona.
Bir yanda gâvur şarkıları çalıyor,
Diğer yanda pencerem aralık, rüzgâr acımasızca üflüyor,
Yağmur ise acımasızca ıslatıyor her yanı.
Koridorda yanan tek gözlü lamba, ha söndü ha sönecek.
Her şeye rağmen bu gece benim;
En kara,
En sakin,
En hüzünlü,
En umutlu
ve
En coşkulu kısmından
Bu geceyi kendime ayırdım,
Sebepsizce…

öff!.. kış gibi yaz…

e.
2009 yaz

8 Eylül 2009 Salı

Hüznüm düşmüş gölgeye...
Kendini bilmez hallerde, mahzun.
Yâr düşmüş aklıma, hiç haber vermeden.
Kalbim sızlıyor için için.
Bekle dedim, beklemedi.
Dönmedi bir türlü, dönemedi.
Ben de sevdamı saldım lodosa,
Avare avare dolaşsın diye.
Yoldan geçenlere çarptı durdu.
Ne bir yüreğe rast geldi, ne de başka bir yürek ona.
Herkes seyretti bu çaresizliği,
Acıdı birçoğu, kimisi de gülüp geçti.
Sonra da gözden kayboldu sevdam,
Gölgeler arasında;
“Gel” diyen bakışlarını özleye özleye,
Ruhumu saran ruhunu bekleye bekleye,
Hüznüm düşmüş gölgene...

e.
2009 yaz

7 Eylül 2009 Pazartesi

Kara gözlerine tutuldum desem
Bilmem...
İnci dişlerine
İncecik dudaklarına
O karamuk gözlerine eşlik eden upuzun kirpiklerine bayıldım desem
Bilmem
Bilemem...
Ege nin kokusu gibi çekiyorum kokunu içime
Belki de o kokun beni çeken
Ege var ya işin içinde…
Seni orada düşlerim hep
Ege’de
Ege kızı olarak
Mavisi gibi deli
Berraklığı kadar saf
Balığı gibi başına buyruk
Bayağı da yakışıyorsunuz hani
Kanında mı var, zalim kadın
Narin vücudun nasıl da benziyor Ege balıklarına
Orfoz değil
Barbun değil
Olsa olsa
Lüfersin
Evet evet, lüfersin sen
Ege’nin lüferi bir başkadır
Gelin gibidir
Zariftir, alımlıdır
Şiir gibi süzülür suyun içinde…
Sonra, kendimi alamadığım o kara bakışların
Ege’ nin suyu gibi derin ve soğuk
Soğuk derken
Kararlı
Derin derken
Anlattığı aşk
Sonrasında
Kopuşu olmayan sevda…

Gözlerimi kapattım
Kollarımı iki yana açtım
Ege’de seni düşledim
İncecik belini kollarımla sardığımı
Seni içime çektiğimi
Sorgusuz sualsiz
Kaçtın desem
Yok, değil...
Hemen geldin desem
Yok, değil...
Usulca yaklaşıp öpüyorsun dudaklarımdan
Hayal bu ya
Gözlerim açılıyor aniden
Şaşırıyorum
Kendime gelemeden bir kırlangıç gibi süzülüp gidiyorsun…

Ben seni buldum sende
Hatta bir ada’yı
Korktuğumda, daraldığımda, kaçtığım adayı
Benim ada’mı…

e.
2009 yaz

6 Eylül 2009 Pazar

Nesin sen?
Kanser mi?
İnce hastalık mı?
Yoksa her ikisinin de aynı yollarda kesiştiği Ecelim mi?
Gerek yoktu hayatımı böyle zindan etmene
Hepten ecel olsaydın ya
İşte o zaman anlardım belki “ne” olduğunu...

e.
2009 yaz

5 Eylül 2009 Cumartesi

Kolay değil sensizlik, inan…
Yaşanmışlığı ve yaşanası bir dolu aşk zamanları vardı oysa…
Ama bunlar hep sen varken olan umutlardı…
Sen olmadan önceki hayaller…
Afyonu patlamamış aşk gibi…

Onca aşkı nasıl da yaşamışım sen yokken.
Sensizlik yoktu ya o zamanlar, ondan.
Peki, sen varken...
?
Siyah beyaz renklere bürünmüş ümitler maviyle başlayıp gökkuşağıyla devam ediyordu.
Şarkılar hüzünle başlayıp kavuşmuş aşk notalarına bırakıyordu yerini.
Parktaki çocuk ağlamayı bırakıp, kum havuzunda kaleler yapmaya başlıyordu yüzündeki gülücüklerle.
Çatısı akan, çilingir sofralı çekme katın çatı akıntısı başka yöne kayıyordu birdenbire.
Maviyi unutmaya yüz tutmuş Marmara’nın denizi, maviye yakın bir rengi yakalıyordu, Çanakkale’nin kuzey Ege’ye akan akıntısı bol, serin-deli sularının eteklerinde.
Karanlık olan deniz, gemilerin tenviratlarına teslim oluyordu her gece sıfır bir suları.
Haftanın iki günü, penceremin önünden geçen kıskançlık krizine girmiş genç çiftin yüzünde gülücükler açıyordu haftanın diğer günleri.
Ayın başı ve ortasında boş olan cüzdanlarda birkaç kuruş da bulunuyordu.
Poyrazın hükümdarlığını kabul ettirdiği Ada bile melteme indiriyordu yelkenleri.
Aşka inanmayıp gülenlerin yüzünde derin bir “acabalar” hâsıl oluyordu.
Parçalanmış hayatlar toparlanmaya başlıyordu, hatta pürüzsüz bir hal alıyordu.
Şeytan ayrıntılara sığınmaya bırakıp, meleklere sevgi gösterisinde bulunmak üzere yol kenarında ellerinde çiçekler beklemeye başlıyordu.
Tüm sığlıklar derinlik oluveriyordu.
Tüm geçmişler de gelecek.
Balıkların pullarındaki matlık, güneşin başrolüyle pırıltılara yenik düşüyordu.
Vapurdaki hüzünlü kadının, hafif çizgiler oluşmaya başlamış yüzüne umutlu tebessümler takılıyordu.
Çorak bahçeler yemyeşil oluyordu, hatta çiçekler açmış da renkleriyle adeta meydan okuyorlardı hayata.

Bak, ne güzellikler vardı sen buralardayken.
Sensizlik yoktu ya o zamanlar, ondan.
Kolay değil sensizlik, inan.
Hiç değil…

hiçsizlik buymuş meğer…

e.
2009 yaz

4 Eylül 2009 Cuma

Günahısın kaderimin…
Ne tövbe, ne de günah çıkartma.
Hiçbir dinin temizleyemeyeceği bir günahsın.
Gözlerinin karasında yıllanan kalbimin,
Gönül yaramın kabuk tutmamış günahısın.
İmkânsız bir aşkı yüreğime dolayan,
Karanlık geceleri zifir eden,
Sabahları erteleyen,
Güneşi söndüren bir günahsın.
Sen zalimsin,
Sen kaderimin günahısın…
Zor bulduğum aşkın,
Hayallerimin,
Tuttuğum kalemin,
Duygularımın günahısın.
Ne olursa olsun
Günahın yakıştığı tek güzelliksin.
Günah çiçeğimsin sen...

günah ve sen... sevaba daha zaman var...

e.
2007 kış
(düzenleme 2009 yaz)

3 Eylül 2009 Perşembe

Hey! Eskici
Neler alıyorsun?
Yukarı bir gel hele
Bak bakalım, hangileri işine yarar
Nasıl da beğendin
Topla eskici
Topla bakalım
Bana sorarsan
İlk önce benim koltuktan başla
Sonra, şu vitrin
Sonra da yatak odası takımı
Hiçbir şey istemiyorum senden
Ne para, ne pul
Hepsini götür
Her eşya bir anı
Tüm eşyalarda onun kokusu var zaten
İyisi mi hepsi gitsin
Nasıl ki hayat beni mağlup edip her şeyimi aldıysa
Nasıl ki dur diyemediysem gidişlere
Sen de al götür toplu iğneye varıncaya değin
Dur demeyeceğim sana…
Eskici,
Ne para, ne pul
Hiçbir şey istemiyorum senden
Acaba
Anılarımı da alır mısın?...

anılar hep siyah beyaz mıdır?...

e.
2009 yaz

2 Eylül 2009 Çarşamba

Denizler aldı seni benden bir sabah
Gittin ya, ben yokum artık…
Mahzun mahzun baktın giderken
“Gel, al beni” der gibi
Kaldım olduğum yerde, kıpırdayamadım
Oysa koşmak isterdim peşinden, gözüm kapalı
Koşamadım
Gittin ya, ben yokum artık...
Poyrazlı gecelerde üşüyüp
Gel sar beni diyeceksin
Gözlerin boşluğa bakacak
Isıtmayacak başka gözler yüreğini, küseceksin
Hep beni anacaksın
Bakışımı
Gülüşümü
Aşkımı…
Belki bir gün koşacaksın kollarıma
Göğsümde uyumak için çırpınacaksın
Sevdama süzülmek isteyecek
Kalbimi lime lime edeceksin
Ama ne fayda…

Ah yâr
Gelme benim gibi sevmeyeceksen
Hani gitmiştin ya
O gün bu gündür ben yokum artık
Sırf bu yüzden
Gelme
Gelme, benim gibi sevmeyeceksen...


keşke sevseydin beni... ben gibi...

e.
2009 yaz

1 Eylül 2009 Salı

Kıyıdaki yosun tutmuş kayalarda
Poyrazın kasıp kavurduğu havalarda
Dökülmüş yapraklarda
Kalemimin ucunda
Yazdığım her satırda
Hecelerin en başında
Hep seni anarım...
Kalbimin her atışında
Geceler katran olduğunda
Saatler hasret vurduğunda
Kapımın her çalınışında
Hüznüm ayyuka çıktığında
Gökyüzü dolunaya kavuştuğunda da
Hep seni anarım...
Bir gün
Acıyı tattığında
Özlemi sardığında
Aşka tutunamayıp
huzurlu bir omuz aradığında
Kimbilir
Belki de
Sen beni anarsın...

e.
2009 yaz

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Sızmak üzere yığıldım koltuğa…
Gözlerim kapanmakla kapanmamak arası,
Başım mengene pençesinde,
Gözlerim yanıyor,
Yaşlar bitmek üzere…
Teybimde bir şarkı çalıyor,
Kasetin tamamı bu şarkı ile dolu,
Bıkmadan usanmadan dinliyorum.
Sözleri mi, müziği mi, yoksa tınısı mı beni çeken,
Bilmiyorum.
Sadece dinliyorum saatlerdir.
Tek başına içmenin dayanılmaz hüznüyle yığıldım bu gece.
Takatim yok.
Gönlüm nefes nefese,
Yüzüm de yok.
Zira mübarek dedikleri günlerdeyiz.
Tanrıya göz kırptım bu öğlen,
Dedim ki; yahu affet bir günlüğüne beni,
Zayıflık değildir içmek istemem,
İçimden geldi sadece,
Sevişmek istedim alkolle, geçmişimle,
Hatta tamamen karanlığa bürünmüş geleceğimle.
Sanki cevap aldım,
Ya da bana öyle geldi.
İçtim işte.
Kime ne…
İtiraf yok,
Bende saklı.
Kendime içtim bu gece.
Tanrıya şükran,
Kendime sükûn…

e.
2009 yaz

30 Ağustos 2009 Pazar

Günün birinde çakırkeyif olmak gelir aklına.
Cebini kontrol edersin,
Cuka sağlam.
Oturursun meyhanem diye tahayyül ettiğin yerdeki kırık dökük masaya.
Meyhanendeki iki kişilik masan ise uzun zamandır tek’ e inmiştir zaten.
Alırsın üç beş meze, dönersin sırtını koca dünyanın ihanetine, sevgisizliğine.
Karşında sadece balıkçı tekneleriyle, kocaman deniz vardır.
Tüm pislikleri temizlercesine…
Senin dünyan budur işte.
Var mı ötesi?
Saat zamanın kölesi değil midir ki?
Geçer de geçer.
İçilen bilmem kaç kadeh rakı, zehirle el ele vermiş seni daha da koynuna almıştır gecenin bir köründe.
Kafan cam gibi olmuştur artık.
Döneyim de şu pisliğe bir göz atayım deyip ardına bakarsın.
Oooo...
Kimse kalmamış, pılısını pırtısını toplayıp gitmiş tüm pislikler.
Sonra önüne dönersin, boş sandalye ile karşı karşıya kalırsın birkaç saniye.
Alışkın değilsin ya bu yalnızlığa, ağlamak istersin.
Son bir gayret tutarsın kendini ve kalkarsın pisliğe doğru.
Kalktığında sendelemeye başlarsın.
Yerde yuvarlanmaya başlarsın uzunca bir süre,
hatta debelenmeye dönüşür bu savaşın.
Zira attığın sağ kolun bir omuz bulamaz olacaktır.
Hangi omuz?
Bir omuz işte...
Şşşttt! Ses etme,
Yaşa bu yalnızlığı...

yaşa işte…

e.
2009 yaz

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Aşkımın gölgesisin…
Ulaşılmaz sevdamın cansız hayalîsin sen.
Tanrıya duyulan aşk gibisin;
Varlığı her zerrende olup da hiçbir yerde rastlayamamak gibi…
Hayalîmde büyüttüm ben seni.
Hayalîmde harmanladım.
Bir dünya kurdum kendime.
Kapısız, bacasız bir dünya.
Göğünde yıldızların sen sen parladığı,
Güneşinin sen sen ısıttığı,
Denizin köpüklerini kayalıklara sen sen vurduğu bir dünya…
Yüzünü bile bilmediğim bir hayal kurdum bu dünyada.
Yüreğinin atışlarına karşı koymanın imkânsız olduğu bir hayal,
Yenidünyam ve içinde hayallere bezenmiş sen,
Konuşmaların sadece gözlerle olduğu bu dünyamda başrol sen,
Esas adam ben
ve
Seni sonsuza kadar sarıp sarmalayan yine ben…
Adın bile yoktu.
İsimsiz bir kadındın.
Adını ben verdim,
“Gönlümce”
Kaşını gözünü ben resmettim.
Gülüşünü ben çizdim dudaklarına.
Göz pınarlarına yaş koymadım, sırf sen ağlama diye.
Özene bezene bir kalp tasarladım.
Atışlarının adımı fısıldadığı,
İçinde sevgiden başka hiçbir şeyin olmadığı,
Aşkımı sonsuza kadar saklayacağın bir kalp…
Sen
Kurduğum dünyadaki ulaşılmaz sevdamın cansız hayalî,
İmkânsızlığa sığınan gerçek aşkımsın.
Kaşını gözünü resmettiğim,
Gülüşünü dudaklarına çizdiğim kadınımsın.
Sen
Aşkımın Gölgesisin...

isimsizdir gölgeler... yalnızdırlar...

e.
2009 yaz

28 Ağustos 2009 Cuma

Gönderildiği adreste bulunamayan aşk
Tipik bir umutsuz aşk vakası…
Aşkını kalbinden dökülenler kadar yazar ve kapatırsın,
tıpkı zarfı kapatır gibi.
Sonra pulunu yapıştırırsın,
kalbinden fışkıran buse gibi.
Sırayı postacıyı beklemek alır.
Postacı gelir, götürür aşkını,
ne var ki yerinde bulamaz,
üzerine basar mührü
ve
getirir gerisin geriye;

“Gönderildiği adreste bulunamadı”…

e.
2009 yaz

27 Ağustos 2009 Perşembe

Kalbim düştü geceye.
Aşk ve sevgi ararken arsızca…
Ama hiç kimse bilmedi göremedi bu düşüşü.
Geceydi ve herkes derin uykudaydı.
Uzunca bir süre kendi başına, serserice oradan oraya savruldu durdu
rüzgârla dans edercesine.
Hayatın kederli tarafını görmezden gelerek,
Gecenin sakinliğine, hüznüne, saflığına sığınarak…
Kimi zaman koştu, kimi zaman nefeslenmek için bir köşeye çekildi.
Ama hep yoldaydı.
Yelkenler her daim foraydı.
Ancak,
Rüzgâr terk etmiş kalbi günün birinde.
Yaprak kımıldamıyor…
Hüner rüzgârsız havalarda kendi rüzgârını yapabilmek değil de nedir.
Yine düştü.
Tekrar kalktı yerden.
Yine geceydi tüm bu düşmeler.
Düşlere bağlandı çok kere düşüşler.
Sıçrayarak uyandı, kan ter içinde bölündü tatlı düşler.
Hepsinde de yola devam kararı var zorlukları sırtlayarak.
Her bir kalp adımı tespihe benzercesine sık ve sabırlıca…
Bu gece kalbim düştü geceye.
Mesele sensin aslında.
Ne olursa olsun;
Bu gece gönlüm düşsün gönlüne...

beraberce düşsün gönlümüz geceye...

e.
2009 yaz

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Kayalıklar üzerinde içilen bir dal sigara
ve
Sonrasında çayla noktalanan Aşk
Bir duman kadar boş
Çay kadar hüzünlü
Bu kadarmış sana olan aşkım, anladım
Biraz deniz
Biraz duman
Biraz da limonlu çay
Hepsi bu
Unuttum
Unuttum artık seni...

e.
2009 yaz

25 Ağustos 2009 Salı

Kaderden bahsetme bana
Çünkü kalbimi söküp giden sensin
Nefesini nefesimden çalan
Kara gözlerini gözlerime çok gören
Dudaklarının tadını dudaklarımdan
mahrum eden de sensin...
Aşkın sözü verilmez elbet
Gönüllerin sahibi rüzgârdır
Bir gün;
Sevda bekçisi nöbette uyurken
Yaprak misali sürüklendin sürgüne
Söyle, hiç mi titremedi için giderken
Hiç mi kafa tutamadın rüzgâra
yalandan da olsa beni severken
Kaderden bahsetme bana
Çünkü hâlâ seni arar ruhum
Çıkmaz sokakların en sonunda
olmaz bir aşkı çağırır durur
Gecenin bir yarısında
yokluğunu hissetmez kalbim
Ömrümün son durağında
hâlâ seni arar hüznüm
Neredesin?
Kaderden bahsetme bana
Artık yoksun ya
İnanmam...

gelme sakın... kal olduğun yerde...

e.
2009 yaz

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Biz ayrıldık,
Görüşmeyeceğiz artık.
Telefon bile yok,
Mektup da öyle…
Sabah kalktığımda ilk akla gelen sen olmayacaksın.
Yüzümü yıkarken aynada senin suretini görmeyeceğim.
Ellerinin dolaştığı saçlarım dağınık kalacak hep.
Ara sıra yaptığım sıkıcı kahvaltılarda karşımdaki iskemlede yerini almayacaksın.
Basamaklarını beraberce saydığımız merdivenlerden bir çırpıda ineceğim…
Sokakta yürürken kendi kendime,
Dostlarla kendi kendime,
Gülerken, ağlarken kendi kendime,
Biz ayrıldık,
Görüşmeyeceğiz artık…

e.
2009 yaz

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Gün geceden vazgeçtiğinde,
Dakika saniyesiz kaldığında,
Haftalar Ay’a bağlanmadığında,
Deniz balığa yüz vermediğinde,
Güneş evreni ısıtmadığında,
Yıldızlar parıldamadığında,
Poyraz lodosu tanımadığında,
Yağmur toprağı ıslatmadığında,
Çiçek rengini kaybettiğinde,
Gül kokusundan ayrıldığında,
Arı bal yapmaktan yorulduğunda,
Kanarya ötmeyi unuttuğunda,
Şarkıların notası silindiğinde,
Rakı suyundan koptuğunda,
Meze lezzetini terk ettiğinde,
Gökyüzü maviden bıktığında,
Tren katarından caydığında,
Gurbet bittiğinde,
Yollar kısaldığında,
Gemi kaptansız yol aldığında,
Liman gemisini özlediğinde,
Yelken rüzgârı aradığında,
Hasret sadece isim olduğunda,
Bütün aşklar mutlu sonlandığında,
Elveda hoşgeldin’e döndüğünde,
Tüm kalpler sustuğunda,
Sevgiler şiirde kaldığında,
Çile, çile olmaktan çıktığında,
Terk eden bekleyen olduğunda,
İşte o zaman...
Seni sevemem,
Seni unutabilirim ancak...

derinliğin rengi koyudur...

e.
2007 bahar

21 Ağustos 2009 Cuma

İsteğim odur ki;
Bu gece gitmesin, güneş doğmasın.
Bir gırnata, kemanı yanına alıp başucumda çalsın.
Durmadan taksimler geçsinler,
Hüzzamı, hicazı, nihavendi…
Gönlüm hiç olmadığı kadar âşık,
Ruhum hiç olmadığı kadar temiz olsun.
Duvarda asılı eleğime bakayım son kez.
Bir anam, bir babam, bir de yâr gelsin hatırıma.
Dudağıma bir tebessüm musallat olsun.
Denizin iyot kokusuyla kanaryamın ötüşleri sarsın dört bir yanımı.
Böyle olmalı ölüm,
Böyle gelmeli
ve
Çatlamalı hasedinden…

e.
2008 bahar

20 Ağustos 2009 Perşembe

Vazgeçilmelerin bilmem kaçı
Kaç kez denendi
Muamma
Her vazgeçiş yeni bir başlangıç oldu
Tamam, bu kez tamam dendi
Ne var ki
Göz açıp kapayıncaya kadar
tekrar başa dönüldü
Acımasız bir labirentin tam göbeğinde
tuhaf bir oyun oynanıyor
ilüzyon üzerine denemeler adı altında
Karabasanlar üzerine inşa edilmiş düşler gibi
temelsiz ve aldatıcı
Soru ve cevaplara boğulmuş geceler gibi
Çözümsüz
Gerçek üstü bir aşkın kalıntıları içinde
debelenen bıkkın bir ruh
Aşkın yakalanmaması üzerine oynanan garip bir oyun
Hatta
Yakalandığında tüm hayallerin alt üstü olacağı
sarsıntılar geçireceği
gerçekle hayal üzerine oynanan tuluat bu

Vazgeçmelerin bilmem kaçı
Kaçıncı kısır döngü
Oysa
Gerçekle yaşamak varken
Neden gerçek dışında aramak
Yaşamı, aşkı, hüznü, coşkuyu
Gerçekle mutluluk bu denli uzakken birbirine
Hayallere dalmak
Orada kalmak ve yaşamak özlenen hayatı
Nefes almayı
Başarıyı orada yaşamak
Başarısızlığı orada yenmek
Herkesin sahiplendiği sevgiyi gerçekte bırakmak herkese
Ben ve gerçek üstü düşler yalnızlığa da yeter
Kalabalığa da

Vazgeçmelerden vazgeçme zamanı
Artık bırakmalı beyhude debelenmeyi
Dalmalı doğru yanlış hülyalara
Bir başka dünyada yaşamak, yaşamak istediklerini
Hürce…

ben mi özüm… öz mü ben…

e.
2009 yaz

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Beni en güzel sen sevdin
Türlü gelgitlerde
Türlü renklerde
Hep sen vardın ilişiğimde
En güzel şeklinle
Tüm güzelliğinle
ve
Sevginin güzeliyle
Çuval giyse yakışır bazılarına
Sen de öyle
Kaşlarını çatsan
Kızıp, alıp başını gitsen
Konuşmasan; günlerce, aylarca
Takınsan da tüm aksiliğini
Yine de güzelsin
Çuvala girse de kalbin
Güzel atıyor yine de
Gün geldi
Kafiyesiz kalbime
Çözümsüz dörtlüklere sığınmış ruhuma
Başlıksız hayatıma
ve
Sayfaları kopuk mutluluğuma
Sen katlandın
Ne bir yalan
Ne de ihanet
Beni en güzel sen sevdin
En güzel şeklinle
Tüm güzelliğinle…

ne güzel…

e.
2009 yaz

18 Ağustos 2009 Salı

Dönüp dönüp seni en baştan sevmek ne hoş
Döne döne tekrar vurulmak
Tutkuyla, kıyasıya bağlanmak
Ne güzel şey…

e.
2008 kış
Sen vardın bir zamanlar
Gülen yüzün
Seven kalbin
Hüzünlü bakışlarınla
Ben vardım bir zamanlar
Gülen yüzüne yangın
Seven kalbine müptela
Hüzünlü bakışlarına vurgun
Sen ve ben vardık bir zamanlar
Yok, yok
Öyle değil
Ben vardım da sen yoktun
Hah! İşte böyle…

e.
2009 yaz

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Nasıl ki usulca sokuldum kalbine
ve orada yer edindim
Öylece çıkıyorum
Edindiğim yerin kapısını kapatarak
Usulca
Nasıl ki usulca aldım seni kalbime
ve hiç bırakmamacasına
Çıkması sana kalmış
İster kapıyı kapatarak
İster aralık bırakarak
İster ardına kadar açık bırakarak
Ama bilmelisin ki
Kapatırsan onurlu
Aralık bırakırsan sorumlu
Açık bırakırsan sonlu olursun…

tüm kalbimle…

e.
2009 bahar

13 Ağustos 2009 Perşembe

Hiç açılmamış bir defterin kapağı gibi
kapalı kalacak bu defter de
Sımsıkı
Sayfalarında neler yazıyordu
bilinmeden
Uzunluğuna, kısalığına aldırmadan
Hüznü coşkusuna katılmadan
kapalı kalacak bu defter
Sımsıkı
Yazmak kolay kolay olmasına da
ya sonra…
Kapağını kaldırma ihtimali bile
ne yakıcı, ne yıkıcı…
Oysa orada
Sevda dolu sözcükler
Aşikâr cümleler
Yaşanmış hikâyeler
ve
Hatıralar var
Olsun
Yine de kapalı kalsın
Çünkü
Bazen bazı şeyler
Saçılıp dökülmeden
Karanlık ve kapalıyken
daha ulvidir…

e.
2009 yaz

11 Ağustos 2009 Salı

Seni gördüğümde
eğilip kulağına fısıldamak istiyorum
Sadece senin duyacağın ve bileceğin kadarını
Heyecanını oracıkta yaşadığını göreceğim
Umudunu
ve
Coşkunu da
Yalnızca seninle ben bileceğiz kulağına fısıldananı
Umudun ve coşkun bana akacak o an
Heyecanın yüreğimi kıpırdatıp
ruhumu kışkırtacak
Söylemek isteyip de
bir türlü dilime dolanamayan tüm sözcükleri
oracıkta
Bir çırpıda
Sessiz ve ılık bir sesle sana söylemek
Ne hoş…

Her gün yeni bir doğuş
Her gün yeni bir nefes
Her gün yeni bir sen
Ne güzel…

Ya söyleyemezsem
söylemek isteyip de söyleyemediklerimi
Ya gün doğmayı bırakırsa
Nefes bedeni terk edip
ruh kanatlanırsa aniden
Yepyeni şeyler söylemeye fırsat kalmazsa
Gece gündüz seni düşlerime katamazsam
Gelemezsem yanına
Ne fena…

Hemen
En kısa zamanda
Hatta şimdi
Her neredeysen
Fısıltımı dinle ey can
Sadece senin duyacağın kadar
ve
Bileceğin kadar…

e.
2009 yaz

4 Ağustos 2009 Salı

Gündüz başka
Akşam başka
Gece bambaşka
Bir bulanık
Bir berrak
Bazen de kokusuz
Hepsinde ben
Hepsinde kördüğüm
Bir gündüz
Bir akşam
Bir gece
Karman çormanım
Çözümsüz…

e.
2009 kış

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Evet, bugün rakı içemiyorum
Hatta
Bir duble bile
Mezem de yok
Hatta
Yemek bile zor yiyebiliyorum
Cebimde metelik yok
Hatta
Bir lira bile değerli bu aralar
Yarına karşı ümidim zayıf
Hatta
Gece bitiyor yine geceye giriyorum
Dostu arkadaşı unuttum
Hatta
Telefonum hiç çalmıyor
Ben çaldırıyorum kendi kendime
Evet, gidecek yerim de yok bugün
Hatta
Anam bile yok
Öldü.
Bu da geçer ya Hu…

e.
2009 yaz

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Cam kırıkları gibi
un ufak olmuşsun
ve
her yanıma saplanıyorsun
Ürkek kalbim
her bir kırığın odağı sanki
Durmadan kanıyor
durmadan yanıyor
ve
durmadan sancıyor
Böyle bir harabiyete alışkın değil bu kalp
Dağılıyor
Bölünüyor
Savruluyor…
Zaman geçiyor
Ömür tükeniyor
Her cam kırığı
bu yolda bana arkadaş
sırdaş derinden verdiği sızıyla beraber
ve
yaşlanıyorum sensizlikle…


e.
2009 yaz

31 Temmuz 2009 Cuma

Bir tutam baharat neyse
Sen de öylesin
Bakma bir tutam olduğuna
Dünyalar kadardır verdiği haz
Bir ruh bedeni nasıl insan ediyorsa
Bir tutam da öyle eder katıldığı yeri
Gülücükler getirir mesela
Haz getirir
Hiç gitsin istenmez
İkiye gerek yoktur
Hep bir tutam kalsın istenir
Bilinir
Tüm büyü azdadır
Doyulmamalıdır
Özlenmelidir
Zaten mutluluk anlarda değil mi ki
Bir var çok yok
Bu da öyle
Tıpkı
Aşk gibi
Bir var
Sonrası netameli
Sevgi gibi
Bir var
Sonrası sonsuz
Hoşça kal gibi
Bir gidiş
Ama umutla bekleyiş

Böylesin sen de
Bir tutam baharat neyse…

e.
2009 yaz

30 Temmuz 2009 Perşembe

Doğru git usta
hiç sapmadan
sağa sola takılmadan
Bu gidiş seni akşama götürecek
Vardığında
Dur, soluklan biraz
Lâkin mayışma
Çabucak toparlan ve devam et
Şöyle, birkaç saat ilerle
sabırla
yine sapmadan
Ve nihayetinde
karşında geceyi göreceksin
İşte
Bundan sonrası sana kalıyor
Artık geceyle halvet mi olur
Yıldızlara mı dalarsın
Yazıp çizer
beste mi yapar
Sessizliğin sesini mi dinlersin
yoksa
Derdine mi yanarsın
Geceyle senin aranda
Benden bu kadar usta…


e.
2009 yaz

29 Temmuz 2009 Çarşamba

İnsanın bir gemisi olmalı.
Beklemeli limanda, usul usul.
Pruvası açıkları göstermeli, pupasında da rüzgârı eksik olmamalı.
Her haliyle hazır olmalı.
Kaptanı kendin olmalısın ama.
O geminin her bir yanını iyi bilmelisin.
Sintinedeki pisliklerden, karina kütüklerinin sayısına kadar,
Motorların tutukluk yapma ihtimalinden, fırtınanın ne zaman patlayacağına kadar.
Hele ki dalgalı bir denizde o dümeni tutabilirsen rotada, işte o zaman gemiyi hak ediyorsun demektir.
Bir tane de miçon olmalı.
Her limanda gemin dolup taşacak elbet.
Ama bilmelisin ki senin gemi kalkacaktır o limandan er geç,
Yolcular ise değişecektir her limanda.
Sen ve bir de miçon kalacaksınız, o kadar…

An gelir bıkarsın her şeyden,
Kendin de dâhilsindir buna.
Kimselerle göz göze gelmek istemezsin, tek bir cümle dahi çıkmaz dilinden.
Her şey rengini yitirmiştir, soluktur çevren.
Üzerine giydiklerin bile kapatmaz çıplaklığını,
O denli çıplak hissedersin kendini.
Ruhun üşüyordur aslında,
Türlü türlü soru ve cevaplarla giydirmek istersin ruhunu, üşümemesi için.
Yüreğinde bitip tükenmeyen hesaplaşmaların bir son bulmasını dilersin Tanrıdan.
Beyhude bir çaba olsa bile dilersin.
Bulanıklaşan geçmişine de bir selâm çakarsın inceden.
Bulanıklaşmasıdır selâmı verdiren zira.
Binbir pişmanlık ve hatalarla dolu geçmişini unutmanın en iyi yolu barışmaktır yaşanmışlıklarla.
Bir selâm, bir selâm, bir selâm daha çakarsın…
Aldığın nefese şükredersin bir yandan da.
Gördüklerin renksiz de olsa gözlerine hayranlık duyarsın,
Başıboş atan yüreğinin bile önünde diz çökersin.
Yalan gülüşlere, yavan sözlere alışkınsındır ya
Sen de karşılık verirsin aynı sahtelik ve müptezellikle.
Kendinden bir şey kaybetmeyeceğini bilirsin, hatta çok şeyleri kazandırdığını anlarsın anbean.
Havada uçuşan, sıklıktan göz gözü görmeyen yılışık aşkları;
Sevgileri,
Kucaklaşmaları,
İsyanları,
Dostlukları,
İhanetleri…
İçin için ağlamayı da bilirsin, katılırcasına gülmeyi de.

An gelir bıkarsın her şeyden
ve
İstersin ki bir başka dünya yaratmak,
İçinde kendin ve yine kendinin olduğu…
İşte böyle zamanlarda insanın bir gemisi olmalı.
Beklemeli limanda, usul usul.
Önce kaptan kıyafetlerini geçirmelisin üzerine.
Öyle ya, çıplaklığını gidermelisin önce.
Gemini dolaşırsın sonra,
Ruhunun yavaş yavaş ısıtırsın.
Ne bir soru vardır kafanda artık, ne de tonlarca cevap.
Gemindesindir en nihayetinde.
Saatini kontrol edersin,
Bir bakmışsın ki ayrılma vakti gelmiş limandan.
Geçersin dümenin başına, bakarsın; karşında arsızca, hınzırca ve bir o kadar tahrikkâr bakan denizin güzelliğine.
Her şey ama her şey rengini bulmuştur artık.
Ha, bir de miço,
Şansın varsa o da gemidedir,
Gülümsemesi yeter, gerisi boş.
Yalnızca bir gülümseme.
Vira bismillah…

bir gemi… biraz deniz… bolca hayat

e.
2009 yaz

28 Temmuz 2009 Salı

Mahcubum kendime
Söylenmiş sözlere
Verilmiş sözlere
İsmime mahcubum
Ana baba yâr
Hepsine
Tekmil-i birden mahcubum
Yok başka söylenecek söz
Yazılacak kelâm
Mahkûmum…

e.
2009 bahar