31 Ocak 2009 Cumartesi

Hüzünlü yüzler,
Ağlamaklı gözler.
Kalbin dayanamadığı anlar...
Alınan bir haber;
Kötü,
Çirkin,
İyi,
Güzel
ve
Gözlerde beliren yaşlar...
Ağlamaklı olur o güzelim yüzler.
Kimi hüngür hüngür, kimi içli içli.
Hıçkırıklar, boğazda düğümlenircesine keskin.
Mavi bir göz, su buğusuna dönüşür aniden,
Parlasa da fark edilmez.
Yeşil de öyle, kahve de, kara da.
Fark edilmez.
Sadece gözyaşı rengi hâkim olur gözlerde.
Bilinmeyen, dile gelmeyen bir renk...
Gönül yarasında; kara kara akar,
Hasrette; gri gri,
Küskünlükte; limoni,
Kavuşmada; ak ak,
Sevda buluşmalarında ise deniz mavisi.
Böyle olur gözyaşının rengi,
Böyle akar yaşlar gözlerden,
Böyle ağlamaklı olur yüzler...

En iç burkanı ise, titreyen bir çenedir.
Dayanamaz hiç bir yürek, hiç bir gönül.
Sanki çenedeki titreme emri verir gözlere.
Sonrasında gözlerden yüze akseden hüzün belirir bir anda.
Olmadık şarkılar çınlar kulaklarda,
Olmadık sevdalar gelir kalbe.
İç buruntuları başlamıştır artık.
Ağlamaklı gözler nasıl bir hâl alıyorsa artık,
Yüze vuran hüzün dayanılmaz acı verir yüreklere.
Ruhu kasıp kavuran acılar,
Gönlü yerle yeksan eden kederler.
Hepsi ama hepsi;
Ağlamaklı gözler,
Hüzünlü yüzler,
Akabinde titreyen bir çeneyle başlar.
Gerisi temiz bir mendil,
Biraz ıslanan yanak
ve
Çokça gönül yorgunluğu,
O kadar...

kalbin yağmurudur gözyaşı... temizliktir...

e.
2007 sonbahar

Hiç yorum yok: