16 Mart 2009 Pazartesi

Çetin geçen kışın ardından gelen bahar öylesine bir nefes veriyor ki kalplere,
Tarifsiz.
Hemen ardından gelen yaz öylesine hazıra konuyor ki gönüllerde,
Anlatılmaz.
Böyle zamanlarda kalbimin delice çarptığı aklıma gelmez hiç.
Senin hayalini kurmayı ise hiç düşünmem.
Misal;
Gözlerinin karasını,
Teninin kokusunu,
Ellerindeki pamuğu,
Saçlarının dansını,
Düşünmem.
Seninle olacağım günlerin hesabını tutmam.
Seninle olacağım günlere kadar geçen zamanın çetelesini de tutmam.
Kapının önünden geçerken kaldırıp başımı bakmam pencerene.
Kapının önüne gelmek için öte mahalleden geçerken bile bakmam mahalle tabelasına.
Küçük bir kasabada yiyeceğimiz balığın ızgara mı yoksa tava mı olduğunu,
Rakımın sek mi yoksa sulu mu olduğunu,
Senin içeceğin şarabın renginin kırmızılarda mı yoksa beyazlarda mı dolaştığını,
Masa altında ayaklarımıza dolaşan kedilerin tekir mi yoksa sarman mı olduğunu,
Ağacın birinde daha dut yemediği belli olan bülbüllerin serenatlarındaki davetkâr naifliği,
Hemen yanı başımızdaki denizin o gün köpüklerini saçıp saçmadığını,
Rüzgârın deli deli estirip estirmediğini,
Akşam olduğunda gökteki yıldızların kaç tane olduğunu ve kaçının kayıp, yitip gittiğini,
Yemek sonrası kıyı boyunca bıkıp usanmadan, çıplak ayaklarımızın donmasına aldırmadan uzun yürüyüşleri,
Bu yürüyüşler sırasında biraz çekingen, biraz dayanamayarak, biraz da güven duyarak başını göğsüme yaslamanı,
Benim, o siyah saçlarını doymadan koklayacağımı,
Soluklanmak için kıyıda bir kayanın yamacına yanaştığımızda üşüyen ellerini ellerim arasına alıp ısıtacağımı,
Isıtırken de siyah gözlerine hiç olmadığım kadar yakın olup gözlerimi gözlerinden alamayacağımı,
Küçük çantamızda yolluk niyetine aldığımız biralarımızı açıp gecenin daha yeni başladığını haykıracağımızı,
Denizin genizleri paralayan iyot kokusunun senin kokunla nasıl da inat edercesine yarıştığını hissettiğimi,
Mutluluk denilen şeyin bu denli yakınımda olup omzuma dokunduğunu,
Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ödünç alarak kapatıp sadece senin nefesini dinleyeceğimi,
Gecenin karasına inat beyazlıklarıyla gökte dans eden martıların kanat çırpışlarını duyup mutluluğumun katlanacağını,
Senin biraz daha üşüyüp göğsümün ta içine kadar sokulacağını,
Benim de seni ta içime sokup sarıp sarmalayacağımı,
Bu kez gözlerini kapatma sırasının sende olduğunu ve senin mutluluk gemisine bindiğini göreceğimi,
Gecenin bilmem hangi saatinde içtiğimiz bir biranın başımızı döndürdüğünü,
Birbirimize tutunarak yine kıyı boyunca kahkahalar eşliğinde yürümeye çalışacağımızı,
Kıyı bitip tam kasabanın orta yerine geldiğimizde insanların bize gülümseyen gözlerle bakmasından utanacağımızı ama bunu çaktırmayacağımızı,
Ancak dayanamayıp yine birbirimize sarılıp kırık dökük pansiyonumuzun yolunu tutacağımızı,
İçeri kendimizi dar atıp günün ve onun en has parçası olan gecenin kısa muhasebesini yapacağımızı,
Hatta bu muhasebenin tüm başlıklarının bizim sevgimiz olacağını,
Yorgunluğun tüm bedenimizi sardığını neden sonra fark edip birbirimize daha çok sarılıp aynı yastığa baş koyacağımızı,
Uyumanın mümkün olmayacağını akabinde tekrar gözlerimizin birleşeceğini ve sonrasında da sevişmelerin en güzelini yaşayacağımızı,
Gece sabaha teslim olurken yaşadığımız bu tatlı yorgunluğun bizi uykuya davet edeceğini,
Sabah güneşinin bize yeni ve daha güzel bir günün müjdesini vereceğini,
Ve
Senden asla ve asla vazgeçmeyeceğimi,
Asla ve asla,
Düşünmeyeceğim.
Çünkü
Sen benim düşlerimde, düşüncelerimde değil,
Ta içimdesin,
Düşünmek ne,
Düşlemek ne ki…

canımın ta içindesin sen…

e.
2008 yaz

Hiç yorum yok: