9 Mart 2009 Pazartesi

Özlem desem ne anlarsın?
Hemen sözlüğe mi sarılırsın?
Veya kulaktan dolma bir iki arabesk cümle mi kurarsın?
Ya da gençlik yıllarından kalma basmakalıp bir iki kelime edersin belki de...
Belki “hasret” der, kestirip atarsın.
Aklına gelmez değil mi yüreğine danışmak?
Diyelim ki danıştın;
Ama öyle dostlar alışverişte görsün misali değil,
İyice kulak kabartarak,
Yani yürekten gelen bu sesleri iyice sindirerek,
Her söylediğini kafanda binbir şekle sokarak.
Mesela;
Ölümden beter diye fısıldıyorsa yüreğin,
Gülüp geçeceğin ya da umursamamak yerine ölümün ne derece çaresiz kaldığını,
Hatta çaresizliğin bile ne kadar hafif kaldığını düşünmeye çalışmalısın.
Böylece çaresizliğin tarifini yeniden yazmanın zamanının geldiğini de idrak etmeye başlamalısın ufaktan...
Özlem böyle bir şey sanma sakın.
Bu sadece derse ilk giriş,
Yani alfabenin başlangıcı…
Eğer bana soracak olursan,
Tek cevapta ne olduğunu anlatırım sana özlemin.
Nasıl böyle ahkâm kestiğimi soracak olursan da...
Boş ver.
Lafın kısası;
İlgini çektiyse bu ders,
Seve seve, bu dersi sana verebilirim.
Örnekleriyle,
Kendimden…

e.
2008 yaz

Hiç yorum yok: