22 Kasım 2008 Cumartesi

Bu on yaşındaki bir çocuğun hikayesidir...
On yaşındaki çocuğun aşkı anlamaya çalışması, hatta anlamasıdır.
Aşkı yaşlanacağı yıllara kadar içinde saklamasının hikayesidir.
Aslına uygun... Derincesine...
...
Otuz sene önce bir mahalle...
Öyle bir mahalle ki, geçmişin saflığını yaşayan mahalle, günümüz çirkefinden eser olmayan mahalle.
Komşuluğun, insanlığın tavan yaptığı yıllar.
Aşkın aşk gibi, sonuna kadar yaşandığı mahalle.

Feriha...
Feriha adında bir kız vardı mahallede.
Yirmi iki yaşında ya var ya yok.
Babası yoktu, bir anneciği vardı, bir de erkek kardeşi.
Köprülü Pasajı adındaki handa bir giyim mağazasında çalışırdı.
Namusluydu köküne kadar.
Kumrallığın bu kadar yakıştığı bir kız böyle olabilirdi ancak.
Saçları uzun, sarıya yakın ancak sarı değil.
Gözler elaya yakın ancak tam ela değil, kahve rengi.
Yok, yok...
"Kahpe rengi" gözleri olan bir kızdı.
Boyu fidan gibi.
Dudaklarına musallat olan davetkâr gülümse akılları baştan almaktaydı.
Yanakları yerine göre al al olan bir kızdı Feriha.
Ayaklarında terlikler sokakta salına salına yürürdü.
O zamanlar sokakta terlik giyenler hafif meşrep tabi.
Olsun, Feriha'nın umurunda mı?
Merdivenli bakkalın altında, bodrum katında otururlardı.
Yakışmazdı ona o yer.
O, beşinci katta oturmalıydı aslında, en tepede.
Sokakta yürümeye başladığında rüzgârın da yardımıyla bir koku salardı etrafa.
Rüzgâr estiğinde bu kadar mı güzel olabilirdi bir kadın.
Bu kadar mı güzel kokabilirdi...?
O saçları bu kadar mı ahenkle uçuşurdu?
Bu kadar mı hüzün yakışabilirdi yüzüne?
Bu kadar mı yakışırdı gözyaşı ve bir o kadar gülmek?
Bir afetti Feriha...

Ayhan Abi...
Mahallede bir de Ayhan Abi vardı.
Göçmen, yağız delikanlı.
Güzel futbol oynar, asayişin hakkını verirdi mahallede.
Zamanın gençleri saygı, çocukları da sevgi de kusur etmezlerdi ona.
Annelerin sevdiği, çocuklarına örnek gösterdikleri abiydi o.
Ailesi muhafazakâr ama kendisi asiliğin baş karakteriydi.
Nasıl beceriyorsa beceriyor, aileye çaktırmıyordu bu asiliği.
Harbi adamdı Ayhan Abi...
Mangalları kıskandıracak bir yüreğe sahipti, kocaman.
Ayhan Abi aşıktı.
Feriha’ya...
O koca mangal gönüllü eriyordu Feriha'nın gözlerinde, gülüşlerinde.
O delikanlı gidiyor, yerine muhsin bir erkek geliyordu.
Mahallenin asayişi mola veriyordu Feriha'lı dakikalarda.
Yaşamın tadı da oydu, tuzu da.
Feriha...
Gönlü erimiş bir çelik gibiydi Ayhan Abi Feriha'nın karşısında.
Savunmasız ve bir o kadar çaresiz.
Merdivenli bakkaldan ne lüzumsuz alışverişler yapardı.
Kimi zaman bir tıraş bıçağı, kimi zaman bir diş macunu.
Bodrum katına yakındı ya...Yeter.
Arkadaşlarıyla Merdivenli Bakkalın ilk basamağında sohbet ederdi sabahın ilk saatlerine kadar.
Bilirdi sesinin "bas" olduğunu ve duyuracağını Feriha’sına...

Feriha ise yatağında zorlu yeni güne hazırlanırken Ayhan’ının sesiyle huzura ererdi.
O "bas" ses ona ninni gibi gelirdi.
Huzuru bulduğu sesti Ayhan’ının sesi.
Ömrünü adayacağı can’ın sesiydi,
Hayâllerini kurduğu sevgilinin çığlığıydı ,
Gördüğü güzel düşlerin kahramanıydı,
Hasretini çektiği babanın, koruyucu meleğinin sesiydi o ses.
Sabah olur her şey yeniden başlardı.
Feriha mağazaya,
Ayhan, baba yadigârı altın atölyesine.
Akşam paydos olduğunda kıçı kırık parkta buluşurlardı.
İki ara bir dere söylenen aşk sözcükleri tüm günün özlemini giderirdi adeta.
Ayhan’ın “seni seviyorum” ları bir salıncakta, “ömrümsün” diyen Ferihanın çığlıkları diğer salıncakta.
“Sensiz olamam” haykırışları ise tahterevallinin her iki tarafında yankılanırdı, bir aşağıda bir yukarıda.
Mutluydular o yarım saat içinde... Hem de çok...
Ya akşam olduğunda...
Her şey sarpa sarardı.
O delikanlı Ayhan Abi evinde ailesine boynu bükü kalırdı her nedense, savunamazdı aşkını.
Delikanlı bir yüreğe ters düşse de bu vaziyet, tıkanıyordu sanki ana baba karşısında, tek laf çıkmıyordu ağzından.
Aşamıyordu bu sarp engeli.
Feriha da öyle...
Davul bile dengi dengineydi annesi ve kardeşince.
Ayhan kim Sen kim...?
Olmaz bu sevda...

Günlerden bir gün...
Ailesi resti çeker Ayhan Abi’ye.
“Bu kız hafif, ailemize yakışmaz”
Ya “BİZ”, ya “O”
Ayhan Abi değerleri olan insan, aile önde.
Ama ya aşk...?

O sene ayrılıyor bu iki aşık.
Biri bir yana, diğeri öte yana.
Gözler birbirine kenetlenmiş, ancak çaresizlik ön sırada.
Savruluyorlar, hoyratça...
“Gitme kal “ yalvarışları sessiz bir çığlığa tutunmuş.
Gözler donmuş,
“FERİ” bir yerde “HA” sı bir yerde.
Bir araya gelmemecesine...
...
Feriha bir Belçikalıyla evlendi o sene.
İstemedi bir Türk’le evlenmek.
İstemedi bu havayı solumak.
İstemedi Ayhanlı bir hayatı.
Yaşayan bir ölü havayı nasıl soluyabilirdi ki?
Gitti Feriha...
Telli duvaklı gelin oldu.
Mahalle yarı yasta yarı düğünlerde.
Gitti Feriha... Gözyaşlarını saklaya saklaya...

Bir sene sonra kucağında çocuğuyla geldi Feriha Belçikadan.
Nurtopu gibi kızı vardı.
Ayhan Abinin de kızı vardı.
O da evlenmişti, bir Türk kızıyla.
Üstelik Üsküplüydü, memleketli...
...
Bu on yaşındaki bir çocuğun hikayesidir.
On yaşındaki çocuğun aşkı anlamaya çalışması, hatta anlamasıdır.
Bu çocuk şimdilerde büyüdü.
Kocaman adam oldu.
Ama aşkı unutmadı.
Aşkın ne olduğunu hâlâ biliyor.
Aşk denince aklına ilk önce;
Feriha ile Ayhan Abisi geliyor.
Acı da olsa...

nasıl çekmem kadere ah...? nasıl...?

e.
2007 yaz

Hiç yorum yok: