27 Kasım 2008 Perşembe

Yine o bildik sabahlardan biri.
Yatak beni çağırıyor, yorgan sarılmayı bekliyor.
Hava puslu, yağmura çeyrek var.
Uyku değil beni yatağa çeken.
Taşınası zor bir yalnızlık,
Altından kalkılması imkânsıza yakın boşluk beni yatağa mıhlayan.
Her sabah bir diğer sabahın kuyruğuna tutunuyor adeta.
Nasıl oluyor da birbirinin aynı olabiliyorlar.
Yanıbaşımda duran ayna bile hep aynı beni gösteriyor.
Kaç kere dua ettim sırları dökülmesi için.
Döküldü de, ama karşımda gördüğüm yine aynı ben…
Yatağını paylaşamamak ne kötü.
İçinde küçücük biri oluveriyorsun sanki.
Çaresiz ve korkak.
Tutunacak bir dal arayan bir saka, bir ispinoz gibi.
Hani o dalı bir bulsan hemen şakıyacaksın.
Sığınacak sıcak bir koyun arıyorsun.
O koynun kokusunu özlüyorsun.
Başını hafif kaldırdığında seni senden alan gözleri arıyorsun.
Hatta gözlerini kapamak istemiyorsun, seyretmek istiyorsun yanında serserice uyuyan ince bedeni.
Saçlarıyla harman olmak istiyorsun, lülelerin içinde kaybolmak.
Burnunu burnuna dayamak istiyorsun tüm nefesini içine çekebilmek için, değme keşlere nazire yaparcasına,
Tek bir soluk dışarı kaçmamacasına.
Dudaklarını dudaklarına teğet geçiriyorsun, öyle alıyorsun tadını, uyanmasın istiyorsun.
Çünkü öyle güzel uyuyor ki.
Sağındaki solundaki meleklerin kıskançlıktan çatlama seslerini işitiyorsun.
Şaşırmıyorsun bu fesatlığa, zira alışkınsın.
Gece sabahın ilk ışıklarına tutunma çabalarındayken, sen almışsın bu kez koynuna bu güzelliği.
Öyle sarmışsın ki terler karışmış her iki bedene.
Alına bırakılan günaydın busesi, umutlu bir günün müjdecisi oluyor adeta.
...
Ne sabahlarda arıyorum kabahati, ne de aynalarda.
Kader desem,
O da kabahatsiz.
Aşağıdaki komşunun da yok,
Gece boyunca arka bahçede miyavlayan kedinin de,
Karşı apartmanda yaşayan üç kız kurusunun da yok kabahati.
Telefonumu çaldıran sapıkların,
Apartman merdivenlerini silen kadının,
Yan dairede ağlayan bebeğin,
Çatımda cirit atan her biri piliç büyüklüğündeki martıların,
Sokaktan geçen narası bol sarhoşların,
Sürekli pencere camıma vuran yağmur damlacıklarının da yok kabahati.
Kimsenin yok günahı gitmende.
Benim de yok.
Senin de yok.
Kimsenin yok.
Zamanımız dolmuştu sadece...
Nasıl olur da “beni terk etti” derim senin için?
Yatağımı paylaştığım,
Ruhumu bölüştüğüm,
Yalnızlığı kovduğum,
Hüznü def ettiğim,
Acıyı tatlıya kardığım,
Gözlerinde kaybolduğum,
Bedeninle coştuğum,
Sevdamızı büyüttüğümüz koca yüreklerimiz hatırına,
Nasıl olur da “beni terk etti” derim senin için?
Varsın ihanetin halkası geçsin boynuma.
Varsın sevgin bitsin, fırlatıp at bir kenara benle dolu kalbini.
Varsın bir daha arama; günlerce, haftalarca, aylarca.
Hatta yıllarca...
Yine de suçlamayacağım seni.
Bağırıp çağırmayacağım avazım çıktığı kadar.
Sorularla bunaltmayacağım, gidişini sorgulayan.
Çünkü pişmanlığın yaktığını bileceğim o yüreğini...
Mutlu musun da demeyeceğim.
Çünkü mutsuzluğunu yüzüne vurmayacağım...
Seni sevdiğimi de söylemeyeceğim artık.
Çünkü katı kalbin hatasını anlayacak bir gün...
Seni suçlayamam ben.
...
Tozlandım sensizlikten nazlım.
Yosun tuttum,
Paslandım.
Tek kişilik saklambaçtan bıktım, usandım.
Yoruldum beklemekten;
Tek başıma sevmekten,
Kıyıda sensiz yürümekten,
Çayımı yalnız içmekten.
Bugün kapatıyorum bu sevda kapısını.
Açılmamacasına...
Sakın üzülme, kırılma da.
Gidişin ne benim kabahatim, ne de senin.
Zamanımız dolmuştu sadece...

biz masumuz hakim bey... sakın sorma “katil kim” diye...

e.
2007 kış

1 yorum:

VoyagerMonkeys dedi ki...

Harika... Ne denir ki. Biçildi yüreğim... Yüreğine, kalemine sağlık. Sevgiyle...
Alçay