19 Kasım 2008 Çarşamba

Kıyıda bırakmıştım seni.
Sene bilmem kaç.
Aylardan bilmem neydi.
Aslında hiç konuşmamıştık.
Ayrılığın nasıl geldiğini de anlamamıştık.
Hele vedanın nereden vurduğunu…
İşte onu hiç anlamamıştık.
Kıyıyı döven dalgaların sesiydi belki de belirsizlik nedeni.
Ya da martıların müstehzi kahkahaları…
Veya sessizliğin sesiydi duymamıza engel.
Bir şey vardı.
Yoksa duyardık elvedanın sesini…
O günden beri dünden ödünç alırım seni.
Bir önceki güne sürekli borç takıp dururum.
Mahcubiyetim artar günden güne.
Hâlâ şaşkın hâlâ çaresizim.
Yüreğime sahiplik edemem.
Ruhumu ele geçiren asi misali dinlemez hiçbir teselliyi.
Bir yanı söküp atarken hatıraların acı tatlısını,
Öte yanı inadına yeniden inşa eder daha sağlamcasına.
Uyku gecelerden kaçar,
Gözler kan çanağına döner umarsızca.
Ellerim üşür sıcağın sıcak olduğu mevsimde.
Kalbimse buz keser sevdaların coştuğu baharda.
Kışı saymıyorum bile…
Kıyıdan sesin gelir bazen.
Duyar gibi olurum,
Gülümserim gizlice.
Dönerim sesin geldiği tarafa,
Bir bakarım ki yelkenlinin biri serseri gibi yaka bağır açık rüzgâra kaptırmış kendini.
Anlarım ki aldanmışım yine.
Senin değilmiş o ses, benzetmişim.
Olsun, yine de durur bakarım süzülüşüne yelkenlinin.
Serseriliğine vurulurum.
Olur ya;
Sen de bilmem hangi denizin,
Bilmem hangi kıyısındasındır.
Bakıyorsundur bilmem hangi yelkenliye.
Sen de vurulmuşsundur bu serseriliğe,
İçinden hüzünlü bir türkü tutturmuşsundur belki.
Tıpkı benim tutturduğum yanık bir Ege türküsü gibi...
Rüzgâr bu ya;
Seslerimiz buluşur belki,
Bilmem hangi mevsimin
Bilmem hangi ayında
Bilmem hangi kıyıda…


Bilmem hangi meyhanenin bilmem kaçıncı masasındayım
bilmem hangi gün…

e.
2008 kış
bilmem hangi ay

Hiç yorum yok: