26 Kasım 2008 Çarşamba

Sen tozpembe hayallerimin dördüncü katındasın.
Ruhumun dar merdivenlerini, yıllanmışlığına aldırmadan hızlıca çıktın.
Her basamak fırtınalı hayatımı anlatıyordu sana.
Biliyordun.
Ancak yine de vazgeçmedin, yukarı doğru adımlarını daha da hızlandırdın.
Sen şimdi yukarı çıktın ya, artık gönül apartmanımda giriş kat diye bir şey yok.
Sadece dördüncü kat var.
Hep orada kal.
Orada sana kalbimin en geniş salonunu açtım. İstediğin gibi yaşa.
İstemem senden başka bir şey.
Sadece orada olduğunu bileyim yeter.
Konuşma bile.
Bana, o buğulu, içi gülen ve derinliğiyle hayatımı ısıtan gözlerin baksın yeter.
Biliyorum, bir gün gelmeyeceksin dördüncü kata.
Ruhuma.
Gidecek ve unutacaksın.
İyisi mi şimdilik bunu düşünmemeli, sen yalnızca misafirliğinin tadını çıkarmalı, bense senin yürek çarpıntılarınla avunmalıyım.
İstediğin yerde oturup, istediğin yerde yatabilirsin.
Sadece orada kal.
İstersen çık dolaş. Başka başka yerlere git.
Ama yine dön gel.
Gitme temelli.
Hem oradan bir başka görünür dünya.
Bahçeler başka yeşildir, başkadır çiçeklerin renkleri.
Erguvanlar bir başka bakar sana, papatyaların sarısı beyazıyla bir olup cümbür cemaat sana gelir olurlar.
Gece olup da başını gökyüzüne kaldırdığında yıldızların dansını seyredersin sonsuz sahnede bir süre.
Kimi tango, kimi sirtaki yapar gibi görünürler.
Böyledir işte dördüncü kattan görünen dünya.
Bir odasını meyhane yaptım bu katın.
Sırf senin için.
Uğramadığın zamanlar, yorgun ruhum orada huzur bulsun diye.
Biraz rakı, biraz su, biraz müzik ve sadece sen.
Öyle sessiz olur ki sensiz bu kat.
Nefessiz, kokundan uzak, gözlerinden mahrum.
Sarılmalar öksüz.
Kalbim de pencerelerini sıkı sıkıya kapar olur gelmediğin zamanlar.
Çünkü gece çekilmez oluyor, saatler alıp başını gitmiyor burada olduğun gibi. Akreple yelkovan küs oluyorlar, ilerlemiyorlar.
Bu katın her yanı toz toprak kaplanır olur yokluğunda.
Anılarımın üzerindeki bir parmak toz, kapağı kaldırmamam için öyle ağırlığını koymuş ki cesaret edemem açmaya.
Eğer açarsam, biliyorum ki senden başka hiçbir şey yok içinde.
...
Saat zor da olsa ilerliyor.
Hala yoksun.
Dördüncü kat hala sensiz, sessiz.
Belki birazdan “Ben geldim” diyen sesine gözlerindeki aşk eklenmiş olarak geleceksin.
Belki yarın...
Öbür gün...
Daha öbür gün...
Ama ya diğer gün...?
Diyorum ya;
İşte o gün gelmeyeceksin.
Unutacaksın.
Gözlerinden kalbime kurduğun aşk yolu boş kalacak.
Teninden burnuma takılan kokun ise poyrazın eşliğinde başka bir tene gidecek.
Ağzından çıkan “Sadece sen” kelimeleri ise susacak, yan yana gelip bir cümle oluşturamayacak.
Ben şimdiden dördüncü katın balkonundaki saksılarda çiçek yetiştirmeye başladım.
Gelmezlere takıldığında, sen sen koksun diye tüm ruhum.
Mesela;
Fesleğen fesleğen.
Şimdiden meyhanemi doldurdum anason kokularıyla.
Şarkılar ise yıllanan ruhumu kandırmak için sırayla çalacaklar köşedeki pikapta.
O da tamam.
Hazırım artık kapının çalmamasına.
Sensizliğe.
Sessizliğine.
...
Dördüncü katın zili çalmıyor.
Saat zaten çoktan vazgeçmiş her şeyden
Yoksun işte. Yoksun kere yok.
Acaba bu gün hangi gün?
Bu gün mü?
Öbür gün mü?
Daha öbür gün mü?
Yoksa...

olsun... yine de dördüncü kat senindir...

e.
2005 yaz

Hiç yorum yok: