29 Kasım 2008 Cumartesi

Geçen gün…
Geçtiğimiz salıydı sanırım.
Oldukça sert geçen Mart ayının herhangi bir haftasına denk gelen bir Salı…
Kar tipiye çevirmişti, gözlerim ve romantik romantik atan yüreğimin zevkini altüst ederek.
Aslında bir yanım hınzırca gülümsüyordu sanki.
Çünkü tipiyi tipi yapan poyraz almış başını savurup duruyordu beyaz parçacıkları etrafa.
Serserilik var ya serde…

Poyrazı severim, hem de en derinden.
Yalanı yoktur, merttir.
Geliyorum dedi mi gelir, utandırmaz onu bekleyenleri.
Hoş, hangi deli gelmesini bekler, o da ayrı bir konu.
Ama var benim gibi deliye yakın olanlar, bekler gelmesini arada bir.
Sonra Poyraz delişmendir, hafiften serseridir.
Esti mi süpürür önüne geleni, gerektiğinde yıkar geçer.
Biraz da sorumsuzdur, eyvallahı yoktur.
Etrafına bakmadan üşütür, çeneleri birbirine çaktırır durur.
Nedir; temizdir, saftır.
Şehrin tüm pisliğini alır götürür,
Geriye sert ancak saf bir hava bırakır.
Bu da sertliğinin bir diyetidir adeta.
Hele ki o sesi yok mu?
İşte, beni benden alan yegâne melodi…
Bir melodi bu kadar ürkütücü olmakla beraber bu kadar mı alımlı olabilir.
Bu kadar vahşiyken bu kadar mı kendine âşık edebilir insanı.
Pes…
Efe’dir Poyraz kısacası,
Başı hep dik, alnı hep açıktır…

Lodosu ise sevmem, hem de hiç.
Yalancıdır, ikiyüzlüdür.
Geliyorum der, gelmez.
Gelir, kimsenin haberi dahi olmaz.
Sünepedir Lodos.
Esmekle esmemek arasında dolanır durur.
Esner sanki
Esneyince de ağzı kokar, etrafın güzelim havası değişir birden bire.
Sorumsuzluğun ötesinde kaypaktır.
Kendi keyfine sıcak eser, kandırır herkesi.
İnsanlar mevsimlerden bahar ise incecik giyinir;
Kedicikle köpecikler de toprak ısındı deyip her bir köşeye kıvrılıverirler.
Balıkçılar açılır denize “rasgele” deyip, güneşi selamlarlar.
Nedir, bir anda değişir, yağmuru kandırıp beraberinde havayı da şaşırtarak satar güzelim güneşi.
Kayıkları alt üst eder, balıkları küstürür,
Şehrin tüm pisliğini ortada bırakır ve kaçar gider ardına bakmadan.
Sesi de kör karakarga gibidir.
Melodinin ruhuna rahmet okuturcasına, akortsuz bir keman gibidir.
Bu kadar mı tüyler diken diken olur o sesi duyulunca,
Bu kadar mı hayattan bezer insan.
İkiyüzlüdür dedik bir kere Lodos’a.
Başı hep önde, alnı hep lekeli…

Ya Meltem’e ne demeli?
Böylesine aşk’ı çağrıştıran bir yel olabilir mi?
Rüzgâr bile değil,
Yel…
Öyle narin ki,
Peşine taktığı çiçek kokularına, denizden fışkıran iyot kokularını ekliyor da öyle esiyor.
Meltem aşktır, sevdadır.
Bir kadının koynu gibidir;
Sıcak ve bir o kadar aldatıcı.
Ama sevgidir sonuçta, kızamazsın onun bu hallerine.
Tüm şehir pembe panjurlu bir ev olur o estiğinde,
Etraf binbir renkli çiçekle dolup taşar.
Kimse gitsin istemez,
Gece, yıldızlar hatta ay bile esmesini ister hiç gitmemecesine.
Sabah, yeni doğan güneş bile gitmesin ister.
Sesi mandolin’e benzer;
Öylesine derin, öylesine kaynaştırıcı ve baş döndüren…
İşte, böylesine narin,
Böylesine romantik
Ve
Böylesine dosttur Meltem.
Başı hep dumanlı, alnı hep pamuk…

Rüzgârlar gibiyiz…
Bazen hırçın ama
Gönül sevgiyle dolu, yalandan uzak…
Bazen ikiyüzlü,
Gönül ihanete teslim, yalana gark olunmuş.
Bazense âşık,
Gönül sevdaya tutulmuş; gözler kör, yürek hazır kıta.
Ancak
En mühimi;
Hangi rüzgâra teslim olunacağını bilmek,
Hangi rüzgârın koynunda yıllanacağını hissetmektir.
Gerisi sadece bir ayrıntıdır…

haydi, es vre deli rüzgâr!... al beni benden…

e.
2008 kış

Hiç yorum yok: