25 Şubat 2009 Çarşamba

Artık bir parçam olduğuna karar verdiğim Samatya’dayım.
Öyle garip bir hava veriyor ki içime, ben bile çok kereler şaşırırım.
Sanki kendimi buluyorum orada, hiçbir şey düşünemez olurum.
Tabii bu boş boş değil elbet.
Rakımı ve meyhanemi unutmamalı.
Öğle vakti yerimi ayırttım, garson soruyor:
–Ağabey aynı köşe mi ?
-Evet aslanım tam isabet, benim köşem.
On bilemedin on beş masası olan bir teras, gelenler aklı başında tipler.
Denizi görüyor kenarda arka arkaya sıralanmış bütün kare masalar, ama o köşe yok mu ? Başka be!
Farklı görürüm oradan gemileri ve yaktığı ışıkları ve hatta bazı zamanlar tenviratlarını.
Mutlu olurum, içimi tatlı bir hüzün kaplar gemilerin ışıklarını görünce.
Sanki küçüklüğümün mutlu günleri çakıyor tıpkı dostumun teknesinde bulunan çakar’ı gibi.
Hayret! Denizden korkan bir adam için garip düşünceler bunlar...
Garsonlar ve yanına serpiştirilmiş komilerin “hoş geldiğimi” anladığım kelimeleriyle alıyorum soluğu terasta.
İçimde tuhaf bir korku var –ya yerimi, köşemi ayırmamışlarsa ?
Yok yok, gözlerinden belli parıldıyor baş garsonun gözleri, anlıyorum yerim yerinde.
Her yer dolu yine, köşe selamlıyor tüm ihtişamıyla beni.
Bakıyorum şarap kabı içinde bol buzla beraber küçük Tekirdağ masanın kenarına iliştirilmiş yine. Mutlu oluyorum ayak basar basmaz, unutmamışlar sek rakı yudumladığımı, soğuk olmalı ya.
Hemen gözüm garsonda gözümün içine bakıyor mutlu bir tebessümle
O da görüyor yüzümdeki rahatlığı –eyvallah be garson !
Kaşla göz arasında –ağabey rakın tamamdır soğumuştur, dolduruyorum kadehine diyen diğer garson yanımda bitiyor yanıbaşımda.
Nasıl unutmazsınız be koçum... Ne diyeyim, sana da eyvallah !
Hava kararmaya başlıyor ağırdan, peşine taktığı mangal kokularıyla.
“Şıngır” sesleri ne de güzel geliyor kulağa, sevilen bir şarkının notaları gibi.
Sesler kararında parazit yok, herkes biliyor hangi tonda konuşacağını.
Garsonlar her zaman gördüğüm gibi başımı döndürüyor, masaların etrafında slalom yapan kayakçı gibiler.
Her şey keyif yapmaya müsait görünüyor, kadehin dibini vuruyorum hafiften masaya ve çekiyorum rakımdan kocaman yudumu.
Eh ne de olsa bu masada düşünülen ve konuşulan her şey bu masada kalır dışarı çıkmaz –oh! dünya varmış.
Mezelere uzatıyorum çatalı, hepsi birer kaymak, hani içmeden sarhoş olasım geliyor.
Hava karardı artık, uzaktan gemilerin ışıkları iyiden iyiye hissettiriyor kendini.
Kaçıncı dubledeyim?
Fark eder mi ki?
Etmez, e devam öyleyse.
Hemen karşımdaki masaya iki çift geliyor. Gözüme takılıyorlar birden.
Kelli felli kıyafetleri, belli ki kutlama var.
İki adam kırklı yaşlarda,yanlarındaki “güzel şeyler” otuzlu yaşlarda.
“Güzel şey” lerden bir tanesi bayağı asilce, içtiği şaraptan belli. Kırmızı.
Bıçakla kestiği beyaz peyniri ağzına götürüşü estetik görünüyor.
Süs bebeklerinden değil ama hoş kıyafeti var üstünde, kibar ve yüzüne uygun makyajı da fena değil.
Sanki yüzünde bir sıkıntı var zorla mı gelmiş ne?
Tedirginlik seziyorum yüzünde, hani bitse de kalksaklarda.
Birden elektrikler sönüyor, ama etraftaki diğer yerlerde var.
Hemen anlaşılıyor durum, tahmin ettiğim çıkıyor, yaş günü kutlamaya gelmişler.
Kelli felli adamlardan bir tanesi yaşını kutluyor pasta geliyor içeri.
Kaç yaşına girdi acaba?
Üzerinde dört mum var belki de kırktır gerçekten, Ne diyeyim nice yaşlara.
Şerefe kelli felli .
Oo! şampanya patlattılar, pek olmayacak bir durum bu meyhanede ama onlar da çağa ayak mı uyduruyorlar ne?
Eh, para kazanacaklar normal.
“Güzel şey” biraz tebessüm ediyor ama haydi kalkalım ifadesi yerleşmiş yüzüne bir kere, hâlâ devam etmekte.
Bu adam ona göre değil, anlamış sanki ama söylenecek yer değil burası, çıkalım da o zaman söylemeli ifadesi hakim yüzünde.
Veya evden izni kısıtlı almış olabilir mi acep?
İzin saati mi bitti yoksa ?
Yok canım, koca kız hem yalnız yaşayan bir tip sanki.
Yanındaki diğer güzel şeyle aynı evi paylaşıyor olmasın.
O da olmaz bunlar üniversite öğrencisi mi ki?
Ağabeyleri var da yakalanmasın diye mi tedirgin böyle ?
Daha neler, hangi çağda yaşıyoruz, hem asil görünüşlü dedim ya sanırım ailesi de aydındır.
Peki neden böyle mahzun ve tedirgin bu “güzel şey” bak yine eli çenesinde ovuşturuyor puflayarak.
Benim rakı bitmek üzere –garson soda limonumu tazeler misin ?
Yine büyük dostumun keyfime keyif katmak için bana alıştırdığı ve bundan büyük mutluluk duyduğum ince puromun yarısına geliyorum, olsun yedekliyim nasıl olsa. Bitsin.
Meyve tabağı geliyor, beş çeşit meyve var tabakta özenle kesilmiş belli.
Garson tebessümle yine yanımda; – ağabey ikramımız afiyet olsun.
Eyvallah!
Bir ses gecenin sessizliğini bölüyor aniden.
Küçük komi elinde kendi kilosu kadar çeken boş kirli yemek tabaklarını düşürüyor tam meyhanenin orta yerine.
Kim bilir hangimizin yağlı kirli tabağı elinden kaydı da, tutamadı.
Baş garsonun gözlerinde keskin memnuniyetsizlik, diğer garsonların yüzünde ise kin hakim oluyor birden.
O küçük esmer tenli cılız kominin yuvalarından fırlayacak gibi iri ve siyah gözlerinde ise
– gitti bu geceki yevmiye, var.
Herkeste sesin verdiği irkilmeden sonra rahatlık görünüyor. Olay kapandı.
Halbuki ne var? Allah’ın tabakları işte kırılsa ne olur kırılmasa ne olur.
Kırılması iyi aslında fenalıkları alır. Öyle demez mi ileri gelenler.
Hem tabakçılar da kazansın biraz, günah değil mi onlara, onlar da ev bakıyorlar.
Kaldırın o yüzlerinizdeki memnuniyetsizliği, hele hele hiç yakışıyor mu gözlerinizdeki kin o güler yüzlerinize ?
Kalkıyor “güzel şey” lerle kelli felliler.
Haydi şerefe, iyi yolculuklar.
Saat de bayağı ilerlemiş hani.
Daha arka masadaki aile oturuyor.
Yanımdaki masada çifte kavrulmuş kumrular gibi debelenen, yeni evli olduğu her hallerinden belli olan çiftin kalkmaya hiç niyeti yok.
Ben kalkmazsam o kalkmazsa ne olacak bu garsoncukların hali, onların daha işleri bitmiyor ki hemen, bir sürü işleri var.
Masalar toplanacak, masa örtüleri katlanacak hem sonra evleri nerede kimbilir ?
Yarın sabah on gibi yine meyhanede olmalılar, yeni geceye merhaba demeye.
Haydi bakalım yolcu yolunda gerek.
-Hesap aslanım...
-Hemen ağabey...
-Al bu da senin... Ha! unutmadan bunu da küçük komiye ver
-Sağ ol ağabey, hemen...
-Gene bekleriz köşe her zaman senindir ağabey...
-Eyvallah! Gemiler de orada olsun hep e mi...

şerefe...

e.
2003

Hiç yorum yok: